HOŞGELDİNİZ

Yapım Laboratuvarı : Yapımcılık ile ilgili bilmek istediğiniz herşey...Zeynep Özbatur Atakan'ın gözlemleri, deneyimleri, paylaştıkları...

27 Kasım 2012 Salı

APSA SONRASI... ANILAR... BAŞARILAR... VE ÇALIŞMAYA DEVAM...

Merhaba Sevgili Dostlar,

Pazar akşamüzeri Türkiye'ye döndüm. Bildiğiniz üzere oraya jüri üyesi olarak gitmiştim.Türkiye'nin başarılarıyla mutlu olarak, gurur duyarak döndüm...

Zira izlediğim 19 Asya-Pasifik menşeili filmler arasında Türkiye sinemasının ne kadar güçlü bir şekilde geliştiğini gördüm. Jüri üyesi benim dışımdaki 5 farklı ülke ve kültürden gelen sinema profesyonellerinin görüşleri de bu yöndeydi.




Yapımcılığını Bulut Film'in, Yönetmenliğini Emin Alper'in yaptığı 'Tepenin Ardı' 
En  İyi Film





Yapımcılığını Kaz Film Prodüksiyon, Yönetmenliğini Reis Çelik'in yaptığı Lal Gece isimli film ise 'En İyi Senaryo Ödülü'nü kazandı.








Gecenin sürprizi ise bana oldu. Önümüzdeki yaz çekilmesi planlanan senaryosu Engin Günaydın tarafından yapılmış, yönetmenliği Yağmur-Durul Taylan tarafından yapılacak olan 'Ağlamak Yok' isimli projenin yapımcısı Zeyno Film olarak  başvurduğumuz APSA Akademi Fonunda bir geliştirme ödülü kazandık. Bu her yıl sadece 4 yapımcıya verilen bir 'geliştirme fonu' olduğundan, çok gurur ve mutluluk duydum. Yukarıdaki fotoğrafta şaşkınlığımı görebilirsiniz!!!!

APSA, bence Türkiye'li sinemacıların gözünü çevirmesi gereken bir organizasyon... Bu yıl 6.sı yapıldı... Ülkemizden aday olan sinemacı dostlarımız da otomatik olarak APSA üyesi oldular. Ben 2008'de Üç Maymun filmi aday olduğunda akademi üyesi olmuştum. Dünya sinemasında Asya-Pasifik bölgesinin önümüzdeki yıllarda daha da yükselişe geçeceğini düşünüyorum. Özellikle filmlerde görsel zenginlik, aksiyon sahnelerinin kullanılış biçimi, dramaturji ve mizansen anlayışındaki yaratıcı ve deneysel yaklaşım, çok önemli ürünlerin geleceğini gösteriyor.

Buradaki jüri deneyimim, hayatımdaki en 'özel' deneyimlerden biriydi... Bu benim 4. Uluslararası jüri deneyimim ama hem her gün birken deneyimlerimi değerlendirmek, hem aynı dili konuşmadığım 6 çok kıymetli sinema insanı ile bir masanın etrafında sadece ve sadece 'sinema' konuşmak ve tartışmak bana çok iyi geldi. Aslında bu jüride müthiş bir sinerji vardı ve herkes birbirini saygıyla, anlamaya çalışarak dinledi. Sonunda 'sinema'nın ortak vatanımız olduğunu düşündük. Ve son gün ayrılırken oldukça duygusal anlar yaşadık.

Bunun dışında, harika bir organizasyondu... APSA Artistik Direktörü Maxine Williamson, prodüksiyon sorumlusu John Mobbs, Film bölümü sorumlusu Lung Ong ve onları asistanlığını yapan ekip muhteşemdiler. 

12 Gün sadece ve sadece film izleyip, akşamları yine sadece 'sinema' konuşulan yemek organizasyonlarındaydık. Bazen hayattan, sonra yine sinemadan... Ülkelerin politikasında, kültürlerinden konuştuk. 

Son 2 gün adaylarında gelmesi ile, Tangalooma adası, şehir turları ve tekne gezileri yaptık. Kapanış töreni provaları da çok önemliydi. Hem adayları hem bizi provaya aldılar. Galiba bu yüzden tören hiç aksamadan devam etti.

Sevgili Dostlar,
orada yeni öğrendiklerim, gözlemlediklerimi burada yeri geldikçe paylaşacağım. Yapımlab öğrencileri ile zaten derslerde hep konuşacağız. Şimdi sizlerle son 2 günden bazı anı fotoğrafları paylaşıyorum. Ödül alan meslektaşlarımı tekrar çok kutluyorum.


Jüri hatırası
TANGALOOMA ADASI
ŞAHANE SİNEMA SALONUMUZ

23 Kasım 2012 Cuma

YAPIMLAB'DAN DENEYİMLEYENLER ANLATIYOR : MEHTAP AKDENİZ

Merhaba Sevgili Dostlar,
Brisbane'dan dönüşe geçiyoruz bugün... Şimdi bunu size yolladığım saatlerde hepiniz uykudasınız. Burada saat şu anda 13.00 civarı...
İstanbul'a dönüşte burayı, ödül gecesi ve Asya Pasifik Sineması ile ilgili tüm gözlemlerimi sizlerle paylaşacağım.


Ama ben buralardayken şahane bir şey oldu, YAPIMLAB'lı Mehtap ve Şebnem bir kısa film çektiler.
Bunun öyküsünü Mehtap'tan bize yazmasını rica ettim. Mehtap profesyonel iş hayatına başka bir boyut getirmek için kendisine yeni açılımlar ve yepyeni bir alan yarattı.Çok ciddi, ders kaçırmayan bir 'öğrenci' olarak, hatta diyebilirim ki katıldığı her grubun neşesi ve motivasyon kaynağı oldu. Yapımlab'da geçirdiği süreci ve deneyimlerini yazdı. Son olarak da, yine Yapımlab'lı Şebnem ile bir kısa film çektiler. Yine atölyelerimiz katılımcılarından Gülda onların en büyük desteği oldu. Benim için ise bambaşka bir duygu... Dün gece burada APSA fonundan ödül kazanan 4 yapımcıdan biri oldum ama otel odama döndüğümde Mehtap'ın bu yazısını okumak benim için gerçekten daha büyük bir ödül.

Şimdi sizi Sevgili Mehtap Akdeniz'in kalemi  ile başbaşa bırakıyorum. Çok güzel ve cesaret verici bir bir hikaye okuyacaksınız...


Hikâyecinin Hikâyesi
Her şey bundan üç sene evvel YapımLab’ın açtığı Yekta Kopan ile Okumak/Yazmak Atölyesine kayıt olmamla başladı.
O sırada okumadığım yeni çıkan kitaplar listesi giderek dağ gibi başucumda kâbus olup birikiyordu. Hayat şartları kitap okumakla ilişkimi oldukça bozmuştu. Bir yolunu bulup, bana uygun bir okumak yazmak atölyesine gitmeye karar verdim. Atölyeye okur yolculuğumla bozulan ilişkimi toparlamak amaçlı bir terapi olarak bakıyordum.
Bu duygularla kayıt olduğum YapımLab  Yekta Kopan Atölyesi bana umduğumun çok daha ötesinde kazanımlar sağladı. Kitap okumayı öğrendim. Evet öğrendim. İnsanların ruhlarına dokunma isteğim arttı. Öykü çözümlemeyi, karakter yaratmayı, olana bitene yazar gözüyle bakmayı, olay örgüsünü, kurmaca dünya kurmayı öğrendim. On derslik ilk kur bitti. Ardından on ders daha.. ve bir on ders daha. Biten kur bana yetmedikçe yetersizliğimi görüyordum. Bildikçe bilgisizliğimle yüzleşiyordum. Okumakla kalmıyor, yazıyordum. Son dersimizde Yekta Kopan beni, “Sen artık romanını yazmalısın, hikâyen de hazır,” diyerek uğurladığında omuzlarıma bırakıverdiği yük öylesine güzeldi ki. 
Okumak/Yazmak Atölyesi devam ederken, eş zamanlı olarak YapımLab’da sinema üzerine eğitimler başlamıştı. Bir gün Yekta Kopan yazdığım öyküyü dinledikten sonra, “Sen aslında öyküden çok senaryo yazıyorsun, senin her öykünden film olabilir,” dedi. Yekta Kopan’nın bu görüşünü Zeynep Özbatur’la paylaştığımda şans bu ya bir kaç hafta sonra bir senaryo atölyesi başlıyordu. Hemen karar verip, senaryo atölyeye kaydımı yaptırdım. İki kursu bir arada yürütmek beni zorlayacak olsa da denemeye değerdi.

Eğitim Senaryosu
Nilgün Öneş ile senaryo atölyesi benim için bir başka yola doğru ilk adım oldu. Uygulamalı bir atölyeydi. Kendi oluşturduğumuz hikâyeyi senaryolaştırmamız üzerine kuruluydu. Senarist mantığının nasıl çalıştığını, senaristin anlamını, öykü yazmakla senaryo yazmanın derin farkını tam olarak görebildim. Haftanın bir günü yazdığım gereksiz cümleleri, bir başka günü yazdığım gereksiz planları atıyordum. Senaryo yazımından önce uzun bir dramaturji safhası gerektiği, araştırmanın çok önemli olduğu netti. Sosyoloji, felsefe, ekonomi, mühendislik, gurmelik, hatta tıp bilgisinin gerektiği, eğer bilmiyorsan mutlaka uzmanlarından görüş alınması gerektiği, masa başı çalışması dediğimiz uzun bir süreçti bu. Hem çok zevkli hem de çok gerçekti. Öykü yazarken alabildiğine koptuğun gerçekliğe, senaryo yazarken olabildiğince yakın durmak gerektiğini gördüm. Gerçeklik! Benim için biçilmiş kaftan buydu. Araştırmak! Benim en çok keyif aldığım alandı.
Bu dönemde gidebildiğim bütün seminerlere katıldım. Ustaları dinledim. Notlar aldım. Bu notlar sırasında üç konunun önemli olduğuna karar verdim: Birincisi, seni motive edecek bir derdin olmalıydı.  Derdini özgün bir hikâyeyle anlatmalıydın. Anlatmak yetmiyordu. Öykücülükten farklı olarak senaryo yazımının kendi içindeki matematiği kavraman gerekiyordu. İkincisi; elindeki  altmış, yetmiş sayfalık senaryoya bir yandan seyirci gözüyle, öte taraftan yapımcı gibi bakabilmeyi bilmen gerekiyordu. Teknik düzeyde çekim süreci bilgi ve deneyimine sahip olmak şarttı. Üçüncüsü ise sinemanın bir sektör olduğunun bilincinde olup, sektörü ve dinamiklerini öğrenmekti. Yani eğitim şarttı. Eğitime devam ettim.
12 haftalık Nilgün Öneş atölyesi biter bitmez, YapımLab’da Burak Göral ile Senaryo Yazmak Atölyesine başladım. Uygulamalı bir kurs değildi. Daha metodik bir atölyeydi. Mevcut filmlerin röntgenini çekiyorduk. İşin içine görsel anlatı, zamanlama ve anlatım yöntemleri de girmişti. Yönetmenleri tanımaya başladım. On haftalık eğitimde, filmleri anlamak ve çözümlemek amacıyla izlemeyi öğrendim. Bir film eleştirmeninin gözünden filmlere bakmayı öğrendim. En önemlisi bir eleştirmen filmlerde neye bakar bunu keşfettim. Senaryo yazmanın matematiği nedir? Doğru formatlar. İyi bir filmde senaryonun oynadığı rol nedir? Sinema niçin sanat değildir? Ekip işi olan sinemanın senaryo başarısından ya da yönetmenin becerisinden ibaret olmayan büyük bir bütün olduğuna ikna oldum. Sinema filmi adı altında toplanan bütün sanatların hatta kuramların kurgusal bir şölene nasıl dönüştürülebileceğini sezdim. Burak Göral’ın bloglarını takip edip, izlediğim filmlerle ilgili görüşlerine bakıyordum. Sinema üzerine kuramsal kitaplar okumaya, dahası yeniden yıllar sonra felsefe okumaya başladım. Sinema ve felsefe iyi bir ikiliydi. Felsefesi olmayan senaryo, evrenselliğinden çok şey kaybediyordu. Sinema kuramcılarının peşine düştüm. “İyi film” denilen filmlerdeki iyinin en temelde ne olduğunu anlamaya gayret ettim.
Hala eksiktim. Sektörü tanımıyordum.

Sektörden Önce Kaktüs
Eğitim sadece sınıf sıralarında ve uzman ellerde olmuyor kuşkusuz. YapımLab’da yerleşik yuvarlak masanın başına toplanmış seçilmiş dostlarla da olabilir. Yekta Kopan Atölyesinde giderek çoğalan bir ekip olmuştuk. Her Perşembe ders çıkışı, Cihangir Kaktüs’de toplanıp hayattan, edebiyattan konuşup ruhlarımızı iyileştiriyor, birbirimizi geliştiriyorduk. Eğitiyorduk. Yuvarlak bir masanın etrafında toplandığımız o ilk Kasım akşamına kadar hayatın köşeli, dikdörtgen masalarında düz çizgilerden düşmeden iyi niyetle hayallerine yürümeye çalışan, yolu YapımLab’dan geçen yirmi iyi insan. Günlerce, saatlerce konuştuk. Birlikte sinema festivallerine, tiyatrolara, sergilere, seminerlere, konserlere, söyleşilere, konferanslara gittik. Hep niyet ettik ama bir kere bile Nevizade’de rakı içmeyi beceremedik. Giderek öykülerimiz birikti. Çok oldu. Çok olduk, kendimize bir blog açtık. Adımızı Cihangir’de YapımLab’da bizi buluşturan o büyülü yerin adını verdik, “Yuvarlak Masa Yazarları” dedik. Blogumuz daha ilk haftadan on bin kere ziyaret edilince,  kendimize güvenimiz arttı. Mükemmel bir ekip olmuştuk. Hepimizin öykülerinden oluşan bir toplu öykü kitabı bastırmaya karar verdik. Şu anda onun çalışmaları devam ediyoruz. Önümüzdeki yıl, bahar aylarında kitabımız raflarda da olmasını ümit ediyoruz. 

Zeynep Özbatur Atakan ile Yapım Atölyesi
Hikâyenin ilk pik noktası YapımLab’a ayak bastığım gün ise, ikinci pik noktası bu atölyeye başladığım gündür. On yedi sene reklamcılık yapmış biri olarak, yaratıcı sürecin, ekip yönetiminin, film setlerinin, ürün satmanın, marka yaratmanın ne demek olduğunu biliyordum ancak sinema sektörünün ne olduğunu bilmiyordum. Sinema tam anlamıyla bir sanat değildi. Sinema bir sektördü. İşin içinde yaratıcılık belki ön planda idi ama tek başına yaratıcılığın hiç bir anlamı yoktu.  Dünyanın en iyi senaryosunu yazsan, dünyanın en iyi yönetmeni olsan da tek başına bir hiçtin. Sanat olamaması da işte bu ‘iş’ olma durumu nedeniyleydi. Sinema bir işti. Öğrenilebilir bir şeydi. İşte bu anlamda eğitim şarttı.  Oysa Edebiyat/yazarlık öğrenilebilir bir şey değildi. Yalnız başına bir süreçti. İşte o yüzden sanattı. Yazmak önemli oranda şahsi yetenek  gerektiriyordu. Olmamış bir metni olduracak görüntüler, müzik, efekt gibi yan dalların desteği yoktu. Tüm duyguları cümlelerinle satır satır ifade edebilmeliydin. Eğitim ile sadece doğru yazmayı ve okumayı öğreniyordun, bir de yazıp yazamayacağını. Bu da azımsanacak bir bilgi değildi, en azından rasyonel hayaller kurmak için insanın aklını başına getiriyordu.
(Buraya bir ekleme yapmam gerek. YapımLab’da yapımcılık kursuna başladıktan kısa bir süre sonra bir eleştirmene yazdıklarımı okutmak ve yazmak konusunda kendime doğru/gerçekçi notumu vermek için bir başka oluşumun edebiyat atölyesine daha gittim. Hikâye analizi ve yazdığım öykülerimin, eleştirmen gözüyle incelendiği altmış saatlik kursun sonunda bir kitap bastırmanın yazmaktan daha zor olduğuna ikna olmuştum. Eleştirmenleri ve yayınevlerini ikna edecek bir kitap yazmak kolay bir şey değildi. Parayı bastırırsan ilk öykünü yayınlatabilir ya da ilk kitabını bastırabilirdin. Bu bilgi bana yetti. Kitabımı param olunca yazmaya karar verdim.)
Zeynep Özbatur’la yapımcılık dersi için girdiğim sınıf gerçekten benim için büyük bir şanstı. Sınıfta inanılmaz bir sinerji ve ekip ruhu vardı. Daha ilk haftadan birbirine destek olmak isteyen, egoları sıfır, sinema için bir şeyler yapmaya kararlı yönetmen adayları, yapımcı adayları, bir gazetenin sinema yazarı, oyuncu ve senaryo yazarı adaylarının olduğu bir sınıftı. Zeynep Özbatur’un yarattığı sinerjiyle eğitim günleri çok keyifli ve verimli geçiyordu. Altı ay sürdü. Zeynep, sinemanın bütün bileşenlerini yaşadığı deneyimlerden örnekleyerek, onca yıldır biriktirdiği hazine değerindeki hiç bir bilgiyi sakınmadan oluk oluk akıtıyordu bizlere.
Yapım Atölyesinde bir film senaryosuna yapımcı ve en nihayetinde seyirci gözü ile bakmayı, senaryo yazarken hayal gücüne gaz verip bir planda bir film bütçesi maliyeti gerektiren planlar yazıvermemeyi, senaryo aşamasında güçlü ve zayıf yanları keşfetmeyi, bir filmin “ana cümlesinin” niçin çok önemli olduğunu, her senaryoyu her yönetmenin niçin çekemeyeceğini, hangi projeye hangi kanallardan fon bulunabileceğini, hukuksal süreçleri, telif haklarını, dağıtımın inceliklerini, film pazarlarını ve beklentilerini, ulusal ve uluslararası sinema satış marketinin dinamiklerini, ortak yapımcı bulmanın püf noktalarını, setten yayın kopyasına kadar giden sürecin önceden nasıl planlanıp bütçelendirileceğini, Proje projelendirmeyi, yapımcının para veren etkisiz eleman değil, aslında sektörün beyni olduğunu öğrendim.
Artık senaryolara bu gözle bakıyorum. Fon bulabilir mi? O sahne gerekli mi? Karakterler tutarlı mı? Gişe mi yapar, ödülleri mi toplar? Ortak yapımcı kim olabilir? Bütçesi yaklaşık ne olur? Hepsini elime gelen dosyayı okuyarak tahmin edebiliyorum. Elbette bunda diğer eğitimlerin, elimdeki felsefe diplomasının, psikolojiye duyduğum özel ilginin ve reklam deneyiminin büyük etkisi vardı.
Kurs bittiğinde hepimiz elimizi taşın altına koyup öğrendiklerimizi deneyim etmeliydik. Zeynep’in bize en önemli tavsiyesi buydu. Telefonla bile olsa bir kısa film çekin, diyordu. Hepimiz Zeynep’in danışmanlığında projeler oluşturduk. Bütçeler yaptık ve filmlerimizi çekip, Aralık ayındaki toplu gösterimde buluşmak üzere dağıldık. Ama hiç kopmadık. Herkes birbirine yardım etti.
Kendi öykülerimden bir kısa film çıkarmakta zorlanıyordum. Dışarıdan bakamıyor, benim anladığım şeyi başkalarının bire bir anlamamasından hatta yorumlamasından rahatsız oluyordum. Henüz tam profesyonel değildim. Yönetmenlik gibi bir hevesim de hiç yoktu. Fikirlerimin, hayatımdan izler taşıyan hikâyelerin başkaları tarafından değişime uğramasına seyirci kalamıyordum. Senaryomu teslim edeceğim yönetmen onu elleyip, koklayıp kendine göre başka bir şey yapacaktı. Buna hazır değildim. Başka birinin öyküsünü senaryolaştırmam gerekiyordu. Öykü kitabı okumaya başladım.
Bu sırada altmış saatlik edebiyat kursuna da devam ediyordum. O sınıfta YapımLab’daki Yekta Kopan kursundan arkadaşlarım vardı tabi... Bu sefer uzun bir dikdörtgen toplantı masasının etrafında uzun cetvel gibi diziliydik. Öykü kitaplarıyla da bir yere varamadım. Zaten bir öğrenci filmi için telif ödemeyi gerektirecek bir çözüm, yüksek bir bütçe de çok anlamsızdı. Bu yolla senaryolara anlam katan yazar/yönetmen görüşü denen ve aslında her şeyi anlamlı kılan alt metne de ulaşamıyordum. Bu öyküyü neden yazdığını anlattığı metne ihtiyacım vardı. Senaryo hatta film bu metin ile can buluyordu benim zihnimde. Bildik tanıdık bir yazara ihtiyacım vardı. Beni seven bana güvenen dost bir yazara.

Kendisi Kısa, Hikâyesi Uzun Film
“ADEM ELMASI”
YapımLab Yekta Kopan atölyesinden tanıdığım Şebnem Dönmez de benden bir önceki kurda YapımLab’da Zeynep’in yapım atölyesine katılmıştı. Aslında onunda yapması gereken bir bitirme ödevi vardı. Bir senaryo yazalım ve sonra çekelim diye anlaştık. Yönetmenliği o yapacaktı. Uzun bir ön hazırlık dönemi geçti. Filmler izledik, kitaplar okuduk, yazdık çizdik. Ana tema aradık. Çalıştık. Çalıştık. Sonra bir gün bir şey oldu. YapımLab Yekta Kopan atölyesinden tanıdığım Gülda Şahin ile altmış saatlik kurstaydık. Öyküsünü okudu ve eleştirmen/yayıncı hocamız, “Hiç beğenmedim,” deyiverdi. Oysa ben bayılmıştım. “Ben bu öyküyü istiyorum, kısa filmini yapalım,” dedim. “Verdim gitti, hatta çekimler için para da veririm,”dedi Gülda. Meğer bir önceki yıl gittiğimiz ve benim olmadığım bir derste Yekta Kopan atölyesinde aynı öyküyü okumuş, atölye öğrencilerinden arkadaşımız cast direktörü Harika Uygur, “Bundan kısa film olur,” demiş. Aklın yolu bir.
Şebnem öyküyü okudu, beğendi. Hemen ertesi gün buluşup senaryoyu yazdık. Senaryoyu okuyan herkes çok beğeniyordu. Öyküsü yeniden ele alınan, adı değişen ve başka bir hale dönüşen Gülda’nın senaryoyu ilk okuduğunda en derininde neler hissettiğini hiç bilemedik. Benim kaygılarımı taşıdı mı soramadık. Ama ben yazara ve onun iç dünyasına yakın olduğumuza emindim. Güzel, dedi. Çok heyecanlandım, dedi. “Adem Elması çok güzel isim,” dedi. “Sözüm söz,” dedi. “Sizi seviyorum,” dedi. Yürektendi.
İş çekim senaryosu ve hazırlıklarına gelmişti. Şebnem gerçekten çok titiz çalıştı. İlk film için duyulan bütün heyecanları duydu. Aslında senaryoyu yazdığımızdan sonrasını Şebnem’den dinlemek lazım. Uzun bir hazırlık sürecinden sonra film geçtiğimiz akşam çekildi. Aralık ayındaki YapımLab öğrenci filmleri toplu gösterimine hazır olacak. İlk film için hatalarımız olabilir ama bizler iyi öğrencileriz, gerçekten iyi niyetle çok çalıştık. Hala öğrenmem gereken çok şey var. Eğitime devam.
Bu uzun hikâyenin kahramanları Şebnem, Mehtap ve Gülda’dan ibaret değil elbette. Kahramanların tamamının tek tek isimleri kalbime yazılı. Biz iyi bir ekibiz. Bizi bir araya getiren YapımLab’a, kalbimizdeki ışığı doğru yöne tutmamıza vesile olan Yekta Kopan’a, Nilgün Öneş’e, Burak Göral’a,  Zeynep Özbatur Atakan’a, hayalimizi ete kemiğe büründüren herkese…

Kalpten sevgiler.
Mehtap Akdeniz



22 Kasım 2012 Perşembe

İYİ EKİPLER HER ZAMAN HARİKALAR YARATIR...

Merhaba Sevgili Dostlar,
Brisbane'daki son 2 günüm... Cumartesi için dönüşe geçiyorum. Pazar günü İstanbul'da olacağım. Burada 11 gün nasıl geçti, gerçekten anlayamadım. Her gün, 3 seans film izlemek ve araya sıkıştırılmış programlarla her şey zamanında yapılabildi.

Buradaki bu harika organizasyonun arkasında gerçekten çok iyi çalışan bir ekip var. Türkiye'de en çok yaşanan sorunlardan biri de 'ekip olabilmek' ya da 'takım ruhu' taşımaktır. Bu nedenle, burada kaldığım süre içerisinde ekiplerin çalışma sistemlerini gözlemledim.

Kendi deneyimlerime göre, bugüne kadar çok iyi ekipler oluşturdum ama sinerjisi daha düşük ekiplerde işleri yürüttüğüm çoğu zaman oldu. Ama şu ana kadar 'en iyi' diyebileceğim 'ekip' halihazırda Zeyno Film'in ekibidir. Çünkü, kendi kurumsal kültürümüzü oluşturduk. Tüm ekip üyeleri eleştiriye ve bilgi almaya çok açık... Ego çarpışmaları ile uğraşmıyoruz ve üretiyoruz. Buraya geldiğimde, tüm organizasyonu ofiste onlar yaptıkları için, sizin şirketiniz ve ekibiniz ne kadar profesyonel ve iyi diye övgü almak beni ne kadar mutlu etti anlatamam. Hepsi inanılmaz değerli insanlar ve  şu 2 haftadır onları çok özledim. Peki, bu övgüleri duyunca hemen bunun nedenini düşündüm. Bunun en önemli nedeni Zeyno Film, tüm ekibini Yapımlab öğrencilerinden seçiyor. Çünkü 24 haftalık eğitim süresince birbirimizi karşılıklı tanıyoruz. Ben onları, onlar da beni... Bu gözlemler sırasında 'sinema' gibi zor bir alanda yanyana yürüyebilir miyiz diye düşünüyoruz.
Ben, profesyonel bakış kadar, işi ne kadar ruhuyla yaptığı ve en önemlisi 'kariyer' hedeflerinin olması ilgilendirir. Hatta  bilgi ve deneyimden daha önce, iyi bir karakter, idealist bir bakış açısı olanlarla çalışmayı severim.

APSA 'nın artistik direktörü Maxine Williamson'a ekibini nasıl oluşturduğunu sordum. Hemen hemen aynı kriterleri söyledi ve 'işi kalbiyle yapanları' tercih ediyoruz dedi.'İşini kalbiyle yapanlar' bir ekibin en önemli elemanı olmaya adaydırlar. Örneğin, şu anda buradaki ekipte inanılmaz bir sinerji var ve herkes birbirine çok saygılı.. Genellikle 20-40 yaşları arasında 'genç' insanlardan oluşuyor. Kendi aralarındaki iletişim biçimi şahane ve en önemlisi iktidar savaşı, 
ego sorunları yok... Pek çoğu öğrenci ve diğerleri harika eğitimler almışlar.

Buraya gelmeden önce, bana 14 günlük programımı her saati hesaplanmış olarak göndermişlerdi. Gerçekten iyi bir çalışma yapmışlardı. Ama, benim elime daha da ayrıntılı bir program verdi Özlem. Buradaki saatlerin karşısına Türkiye'deki saatleri ve beni ilgilendiren pek çok ayrıntıyı eklemişti. Giderken elime bir dosya tutuşturdu. İçinde burada bana lazım olacak tüm bilgi detaylar, uçak biletleri vs.. Ben de gururla onların yolladığı ve bana göre eklemeler yapılan programı gösterince çok güzel bir gurur yaşadım.

Sinema alanında meslek sahibi olmak isteyenler, kendilerinin takım çalışmasına uygun olup olmadığını gözden geçirmesi gerekir. Çünkü bu meslekte mutlaka takım çalışması içerisinde olacaksınız. Endüstriyel bilgiler kadar kişinin kendi gelişimi de önemlidir. Ben kişisel gelişime çok önem verdiğimden öğrencilerime bunu çok sık hatırlatırım ve hatta bununla ilgili çok fazla çalışma yaparız. Kişinin kendisinin güçlü yönlerini bilmesi kadar güçlenmesi gereken yönlerini de bilmesi ve nedenini anlaması gerekir. Bu da bir ekip içerisinde kendinizi tarif edebilmenizin en iyi yollarından biridir. Çünkü ekip içinde roller ve sorumluluklar net ise, siz kendi rolünüzün ve sorumluluğunuzun bilincindeyseniz 'başarı' mutlaka gelecektir.

Bugün buradan ekibime ve birbirini seven sayan tüm ekiplere selam yolluyorum...

18 Kasım 2012 Pazar

APSA GÜNLÜĞÜ-2

Merhaba Sevgili Dostlar,

Yorucu ama bir o kadarda güzel anılar biriktirdiğim bir süreç yaşıyorum. Son 5 gündür sadece ve sadece film izliyoruz. Gerçekten farklı coğrafyalardan farklı filmler izliyorum. Tabiki sinema konusunda çok önemli gözlemler yapıyorum. Şimdiden söylüyorum, haftaya atölyede derslerin saatleri yetmeyebilir, hatta ek ders bile koyabiliriz, bu paylaşımlar için... 

Tüm Jüri üyeleri için hazırlanmış özel bir salonda filmleri izliyoruz. Bu salonda DCP format gönderenlerin filmleri izleniyor. 35mm kopya gönderenler için ise yine bizim için ayrılmış özel bir sinema salonunda filmleri izliyoruz. Salonlar teknik açıdan mükemmel, ama klimalardan ötürü çok soğuk. Fotoğrafta göreceğiniz üzere battaniye servisi var:)

Jüri arkadaşlarım mükemmel... Avustralya'dan, İsrail'den, Hindistan'dan, Gürcistan'dan, Çin'den ve ben Türkiye'den... Gerçekten sinemanın dili hepimizi birleştiriyor. Ve hayatlarımızı birbirimize anlattığımızda, benzer idealler, kaygılar içinde olduğumuzu farkediyoruz. Jüri başkanımızın 'yapımcı' olması ise ikimizin arasında özel bir iletişim oluşturdu. Başkanımız Jan Chapman, Jane Campion'un yapımcısı... Piyano, Bright star ve aradaki pek çok filmi birlikte yapmışlar. Aynı zamanda çok yakın arkadaşlar... Bütçe yapmaktan, finans planına, kastingden, Cannes deneyimine ve diğer festivallere kadar herşeyi konuştuk. Bu arada Avustralya'daki sistemde işini iyi yapan 'yönetmen' ve 'yapımcı'nın para aramak gibi bir sorunu olmuyormuş. Kamu fonları ile harika çözümler yaratıyorlarmış.

Bugün öğle yemeğinde, bu 6 ülkenin finans kaynakları üzerine sohbet ettik. Bir an şahane bir panelin içindeymişim gibi hissettim kendimi... Gerçekten 6 ülkeninde sistemi farklı ama sinemaya bakış açısı aynı... Her şey çok güzel bir şekilde YAPIMLAB'lılar için not alıyorum. Özellikle finans ve maliyet derslerine bir yığın yeni konu eklenecek.

Akşamları ise değişik yerlere yemeklere gidiyoruz. Her akşam farklı bir şey deniyoruz. Ama, tüm gün kapalı filmleri izledikten sonra, keyifli bir sohbet çok iyi geliyor.

Benden bilgiler, şimdilik böyle.. Burada gece yarısı, Türkiye'de akşamüzeri... Dolayısıyla herkese şimdiden iyi bir hafta diliyorum...

14 Kasım 2012 Çarşamba

APSA GÜNLÜĞÜ-1

Merhaba Sevgili Dostlar,

APSA-Asia Pasific Screen Awards'daki uluslararası jüri görevime bugün başladım. Sabah jüri üyeleri ile tanıştık. Hindistan'dan, İsrail'den, Gürcistan'dan, Avustralya'dan, Çin'den ve bendeniz Türkiye'den otel lobisinde buluştuk. Jüri Başkanımız Jan Chapman, daha önce İstanbul Film Festivali'nde jürilik yapmış, festivali v İstanbul'u öve öve bitiremedi. Benim de göğsüm kabardı. Filmleri izlemeye nehirden bir tekne ile gittik. Geçen yıl, bu etkinlik Gold Coast'da düzenlenmişti, şahane bir organizasyon olduğu için bu kadar yolu tekrar gelmeyi göze alarak jüri teklifini kabul ettim.

Sizlere ödül töreni bitimin kadar daha fazla bilgi veremeyeceğim. Ama bittiğinde detaylı ve bilgilendirici bir paylaşım yapacağım.

Şu anda dikkatimi çeken en önemli şey, Asya'da film yapım sisteminin, Avrupa ve Amerika sisteminden çok farklı olduğu... Bu bazı avantajlar getirse de, filmlerde bazı sorunları da beraberinde getirdiğini gözlemledim. Yapımcılık, hep yeniden düşünmeyi ve yaratıcı yapım modelleri bulmayı gerektiriyor. Bu nedenle buradaki gözlem ve çalışmalarım benim içinde çok ufuk açıçı oluyor.


Brisbane'da nehir içinden ulaşım çok kullanılıyor...
Bu arada Brisbane ile ilgili olarak, 1824 yılında kurulmuş... Önceleri bir ceza sömürgesiyken, 1834'te Güney Galler valisi Lord Brisbane'in adı verilmiş. 1842'de serbest sömürge merkezi olan kent, İpswich kömür yataklarının işletilmesi ve bölgede tarım üretimine geçilmesi sonucu hızla gelişmiş bir şehir... Bir  metropolün sahip olduğu herşeye sahip ama trafik sorunu, gürültü yok. Herşey kurallara uygun bir şekilde devam ediyor. Nüfusu 1.700.000 civarı... Yani İstanbul'a göre oldukça tenha bir şehir...


Helena Danielsson
Bir de son bir haber daha, bu kez haber Eurimages'dan: Hatırlarsanız 2010 yılında Avrupa Film Akademisi - Eurimages Ödülü kazanmıştım. Bu ödül her yıl Avrupa'dan bir yapımcıya veriliyor. Ortak yapımlarda çalışma sisteminiz ve sağlıklı işbirliği geliştiren yapımcılara veriliyor. Bu yıl İsveç 'den çok sevdiğim bir yapımcı arkadaşımın, Helena Danielsson'un aldığını öğrendim ve de çok sevindim. Kendisi ile pek çok festivalde görüşüp, konuşuruz hatta 2 yıl önce ben ödül kazandığımda yine Roma Film Festivali'nde beraberdik. Bunu dün facebook sayfamdan duyurdum...
Umarım yakın gelecekte bu tip 'yapımcı' ödülleri çoğalır. Zira sinema endüstrisinde 'yapımcılık' gitgide farklı ve yaratıcı mesleğe dönüşüyor. Bunun için Eurimages ve Avrupa Film Akademisi'ne ne kadar teşekkür etsek azdır.

Benden bugünlük haberler böyle... En kısa zamanda görüşmek üzere:)


12 Kasım 2012 Pazartesi

BRISBANE'dan merhaba...YENİ BİLGİLERE DOĞRU...

Merhaba Sevgili Dostlar,


Asya Pasifik Ödülleri heykelleri
başlıktan da anlayacağınız üzere Avustralya'nın Brisbane şehrindeyim. Buraya APSA diye kısaca bilinen, Asya Pasific Screen Awards için geldim. Bu ödül töreni Asya'nın oscarları olarak biliniyor ve bu yıl 6.sı düzenleniyor. Geçtiğimiz yıl 'Bir Zamanlar Anadolu'da' burada 3 ödül kazanmıştı. 70 Asya ülkesinin filmleri, Asya Akademisi tarafından 5'e indiriliyor ve ardından bir jüri tarafından ödüller veriliyor. Ben bu yıl bu jüride görev yapıyorum. Asya ülkeleri hem sanatsal açıdan, hem de finansman kaynağı açısından yaratıcı ve farklı oluşumlar yaratıyor. Bu anlamda bu etkinlik, benim açımdan oldukça verimli ve yeni bilgilerle geçecek. Hatta şu dönem YAPIMLAB öğrencileri için çok önemli sürprizlerle döneceğim. Asya Akademisi ve ödül töreni ile ilgili daha detaylı bilgi isteyenler http://www.asiapacificscreenacademy.com/ sitesinden bilgi sahibi olabilirler.


Buradan size etkinlikleri günlük olarak aktarmaya çalışacağım. Hatta ödül töreni web'den canlı yayınlanacak, bunun bilgisini de ayrıca vereceğim.



Yukarıda da belirttiğim gibi, YAPIMLAB öğrencileri için birçok yeni uygulamayı buradan dönüşe sakladım. Çünkü Asya'da yaratılan finansman çözümleri ile ilgili çok önemli toplantılara katılacağım. Benim ilgimi çeken yanı ise bu bölgedeki yapımcıların iş birliği içinde 'yaratıcı çözümler' üzerine kafa yorarak, sinemayı tamamen 'bağımsız' bir yapı içinde düşünerek, artistik kararların yönetmene bırakıldığı bir sisteme dayalı olması. Yani kafamda sorular, merak ve heyecan içindeyim.

Aslında sinema bu kadar etkili bir alan... Hep öğrenmeyi ve öğrendiklerinizi deneyimlemeyi seviyorsanız, sinema endüstrisi tam size göre... Ben bu alanda çalışmaktan, üretmekten ve öğrenmekten çok mutluyum.

Yapımlab öğrencileri için küçük not:
Toplu proje dosyaları için burada bir görüşme yaptım bile:) detaylar çok yakında...





5 Kasım 2012 Pazartesi

BİR SİNEMA PROJESİ İÇİN SENARYO OLUŞTURURKEN 'GELİŞTİRME' SÜRECİNİN ÖNEMİ

Merhaba Sevgili Dostlar,


Burada çok sık dile getirdiğim bir konu var. Bir 'projenin projelendirilmesi' yani ar-ge... Yurt dışında bu sürece 'development' deniyor. Yani 'geliştirme' süreci... Türkiye'de genellikle 'senaryo hazır ise hemen çekim olabilir' gibi bir yerleşik düşünce var. Oysa, bir senaryonun 'hazır' olabilmesi ve bununla çekime başlanabilmesi zamana yayılan bir süreç olmalı... Bu süreçte, projenin finansmanı aranırken, güçlü ve zayıf yanları ortaya çıkmalı ve çalışmaya o şekilde devam edilmeli.

Bu konuyu pek çok kez burada yazdığım için bu konuda bazı pratik bilgiler vermek istiyorum. İlk kez bir senaryo yazarak, yönetmek isteyenler veya senaryosunu bir yapımcıya sunmak isteyenler için yararlı olacağını düşünüyorum. 

-Öncelikle yazmak istediğiniz hikayenin sizi neden motive ettiğini düşünün.

-Sizi hayata bakışınızı yorumlama isteği mi? aşk mı? sevgi mi? hırs mı? öfke ya da nefret mi motive etti? Ya da tamamen profesyonel olarak mı bu konuyu yaprak ticari getiri bekliyorsunuz?

-Motivasyonunuzu yeniden gözden geçirin ve filmin amaçlarını belirleyin. Kişisel motivasyonunuz amaçlarınız olabilir, ancak bu amaçlar için sinema endüstrisinde  yatırılacak ekonomik yatırımın değip değmeyeceğini gözden geçirin.

-Beklenti ve hedeflerinizi netleştirerek, yazın. Yazmak sizi somutluğa daha yaklaştıracaktır.

-Hedef ile amacı birbirine karıştırmayın. Hedefiniz somut veriler içermelidir.

-Senaryo yazımı ile ilgili bilginizi arttırın. Senaryo eğitimi alın, bu konuda kitaplar okuyun.

-Yazılmış filme çekilmiş senaryo örneklerini okuyun.

-Diyalog yazımı konusunda bilginiz geliştirin.

-Senaryonuzun konusunda yapılmış filmleri inceleyin. Nası bir 'fark yaratmak' istediğinizi bulmaya çalışın.

-Etkilendiğiniz filmlerin, senaryonuzun üzerindeki etkilerini bulmaya çalışın.

-Sinema alanında yönetmenlik, teknik ve yapım konusunda bilgi sahibi olun.

-Türkiye ve dünya sinema alanındaki kültürünüzü geliştirin. Mutlaka film izleyin.

-Zaman zaman senaryonuzu okumaya bir süre ara verip, tekrar okuyun.


Bu sürece senaryo yazan kişinin 'geliştirme' sürecidir. Aynı süreçlerde yönetmen ve yapımcı da farklı alanlarda ar-ge yapacaktır. 

Sinema endüstrisinin aynı zamanda 'ekonomik' olarak önemli yatırım olduğunu hatırlarsak, 'ar-ge' çalışması yapılmış bir projenin hayata  bir adım önde başladığını unutmamamız gerekir. 

1 Kasım 2012 Perşembe

KARARLI OLMAK... KARAR ALABİLMEK... YOL ALMAK...

Merhaba Sevgili Dostlar,

Bugün, biraz hayata dair 'kararlı' olmanın öneminden ve bununla bağlantılı olarak, sinema endüstrisinde profesyonel olmak isteyenlerin 'kararlı' olmasının öneminden bahsetmek istiyorum.

Uzun zamandır verdiğim eğitimler ve deneyimlerimde, gözlemlediğim bir konu bu... Çünkü 'kararsız' olmak dünyanın en vakit kaybettirici durumlarından biridir.

Peki, 'kararsız' olmak hakkı yok mudur? Elbette vardır ama buna biz YAPIMLAB ekibi olarak 'kararsızlık' değil 'arge süreci' diyoruz. Yani kişinin kendi kararlarını alabilmesi için bilgi, eğitim ve deneyimleyerek karar alamasına yardım eden sürece diyoruz. Bu süreçte beklentileri minimumda tutup, sadece gözlemlemeye ve o deneyim ve bilginin içinde kendini tanımaya odaklanılması lazım.Her bilgi, kişinin karakteristik özeliklerine göre farklı bir üretim durumuna dönüşür. Ve buna aslında 'fark yaratmak' denir.

Hayat, uzun bir öğrencilik ve hiç bitmeyen bir öğrencilik... Ama bu meselenin ardına gizlenip, profesyonelliğe dair hiç adım atamamak, bir 'bahane' anlamına geliyor. İşte 'arge' döneminin önemli noktalarından biri de, deneyimler içinde sorunlar yaşandığında öğrendiklerimiz... Zira 'öğrenci olmak', bir taraftan  hayatın sorunları ile yüzleşmek, tanımak ve çözüm üretmeyi öğrenmekten geçiyor... O çözümler bizim deneyimlerimiz adına oluşturduğumuz ekinlerimiz oluyor. Bu nedenle 'kararlı olmak' ve 'hedef koyabilmek' yine çok önemli...

Bazı konular vardır, 'karar alma' konusunda hiç tereddüt etmem... Mesela yeni bir kitap almak, farklı bir konuda iş deneyimi yaşamak, film izlemek, araştırma yapmak, eğitime katılmak, farklı disiplinleri öğrenmek... Tahmin edersiniz ki, ben de öğrenci oldum, ekonomik pek çok sıkıntı yaşadım... 40 yaşıma kadar, hiçbir işte önceliğim 'ekonomi' olmadı... Çok sevdiğim, bir söz vardır : 'her tercih, bir vazgeçiştir'... Ben hayatım boyunca sosyal hayatın tüketim alanında harcama yapmadım... Yani o harcanacak miktarları kitaplara, gezilere, eğitim aldığım alanlar için kullandım... Yani bunu tercih ettim...  Bu tercihlerim, bana çok şey kattı. Yani gençlerimiz için önerilerimden biri budur. Öncelikleriniz konusunda da 'karalı' olun... Keninize bir 'arge süreci' koyun... Ve deneyimlemeye, öğrenmeye odaklanın... 

Bu yazdıklarım özellikle 'sinema alanında kariyer' yapmak isteyenler, bu endüstride 26 yıl geçirmiş birinin 'abla tavsiyeleri'dir. Hepinize planlı, programlı, disiplinli ve en önemlisi 'kararlı' olmanızı tavsiye ederim.

Karar almak için, kendinize olan inancınızla, kendinizi motive edeceğiniz birkaç öneri vermek isterim. Bunun için kendinize birkaç soru sormanız ve hedef koyabilmeniz önemli. Gerisi kendiliğinden gelecektir.

Sinema alanında profesyonelliği hedefleyenler için karar alma süreçleri:

1-İşe kısa vadeli hedeflerle başlayın..
2-İlk 3 ay için hedeflerinizi yazın. 'Hedef'i, 'amaç' ile karıştırmayın. Hedef, spesifik, somut,net, ölçülebilir, erişilebilir, vizyonla ve zamanla ilişkilidir. 'Amaç' niyetle ilgilidir.
3-Bu ay için kendinizin neler yapacağını, yapması gerektiğini listeleyin.
4-Listenizde başlangıç noktasını nasıl yapacağınızı bulun. Bu sizin motivasyonunuzu arttıran en etkin konudur.
5-Başlangıç noktanız ile ilgili atacağınız ilk adımı zaman kaybetmeden atın.
6-İlk üç ay için, ulaşamayacağınız ya da yapamayacağınız hedefler ve beklentilere girmeyin.
7-Bu ilk üç ay için her gün 'günlük' tutun ve gelişiminiz takip edin.
8-Üç ayın sonunda, hedeflerinizi tutturan 'kararlarınızı' gözden geçirin. Güçlü ve zayıf yanlarınız analiz edin. Problemlerinizin nerelerden kaynaklandığını görün ve   çözüm üretmeye başlayın.
9-İlk üç ayda 'bilgi' olarak ne kadar geliştiğinizi kontrol edin.
10-İkinci 3 ya da 6 ay için bu deneyimleri kullanarak yeni hedefler doğrultusunda yeni kararlar alın.

En önemlisi bugün 'yola çıkmak' için 'karar alın'... Bu konuyu bir süre daha burada yazmaya devam edeceğim.

Bir sonraki yazım 'kararlarımızdan döndüren' tuzaklar üzerine olacak... Bu yazıyı okuduktan sonra, yukarıdaki çalışmayı yaptıktan sonra, nelere hayır diyemiyorsunuz bunu düşünmeye başlayın... Çünkü, kararlarımızdan bizi döndüren en önemli tuzak 'hayır diyememektir'... 

Herkese kararlı, bilgi ve deneyim dolu günler dilerim...