Merhaba
Dün sinema-tv eğitimi alanlar için sadece 'yönetmenlik' ve 'senaryo yazarlığı' olmadığını bu endüstride pek çok iş yapabileceklerini yazmıştım. Uzmanlaşacakları herhangi bir alanın sektörde fayda sağlayacağını belirtmiştim. Pek çok geri bildirim aldım ve bu geri bildirimler üzerine bugünkü yazı oluştu.
Dünyada her sektörün kendine göre sorunları vardır. Burada bu sorunları tanımak ve anlama için deneyimlemek ve buna uygun stratejiler geliştirmek gerekir.Ben, işini iyi yaptığı kadar, kendi yeteneklerinin farkında olanların ve kendini tanıyanların, 'yarışmak' yerine sabırla 'gelişmek' isteyenlerin de bu sektörde hak ettiği yere geleceğine inananlardanım.
Sinema sektöründe, sorun yaşayan pek çok arkadaşımız, öğrencilik dönemlerinden itibaren 'sektörün kötülüğü'nden ve bu yüzden ilerleyemediklerinden yakınırlar. Bu tutum, onların motivasyonunu kırdığı gibi, soruna sadece 'dış odaklı' yaklaştıklarını gösterir.
Oysa sorunlara önce 'iç odaklı' yaklaşmak gerekir. Yaşadıkları her ne hayal kırıklığı ise, buradaki sorunu sadece dışarıda aramak aslında sağlıklı olmayan bir davranıştır. Motivasyonu kırılan kişinin, savunma içgüdüsünün ortaya çıkmasından başka bir şey değildir.
'Dış odaklı' sorunlar her zaman olacaktır. Dünyanın her ülkesinde, ülkenin sosyo-ekonomik durumuna bağlı olarak sektörün sorunları vardır ama o sektörlerde bu sorunları aşarken, belli zor dönemlerden geçmişlerdir.
Oysa 'iç odaklı' sorunlar kişi tarafından bilinirse, yani neleri sevdiğiniz, neleri sevmediğiniz, güçlü ve zayıf yanlarınızın farkında olursanız, o uzaktan çok zor gözüken sektörün aslında kendinizle uyumlu bir alan yakaladığınızda çok da zor olmadığını göreceksiniz.
Bu konudaki en büyük sıkıntı ise, hemen hızla ilerleme ve bir tür yarışma hissiyle gelişmektedir. Oysa bir kişinin yarışı sadece ve sadece kendisiyle ve kendi yaptıklarıyla, objektif bir şekilde olmalıdır. Yani kişi kendi kriterlerini oluşturabilmelidir. Bu da iç odaklı objektif bir bakışla olabilir.
Sevgili dostlar, kendimden örnek vermek istiyorum. 1986 yılında Sinema-Tv eğitimi almak için Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Tv bölümüne girdim. O günlerde, sinema-tv bölümlerine maksimum 15 civarı öğrenci yetenek sınavı ile alınıyordu. 1986 yılında da sinema da sektörden bahsetmek, bugünlere göre imkansızdı. Yılda maksimum 10 film yapılıyordu ve Yeşilçam'ın gelenekleri devam ediyordu. Hepimiz çalışma isteğiyle yanıp tutuşuyorduk. Hepimiz o günlerde tek kanal olan TRT'ye girmek ya da reklam filmi sektörüne girmek için can atıyorduk. O günlerde okullu sinema öğrencilerinin maruz kaldığı 'size okulda şunu öğrettiler mi?' sorusu hepimizin arasında bizi kamçılayan bir söz olmuştu.
Ardından ben önce kısa TRT stajı ile televizyoncu olamayacağımı anladım. Bunun kabahatlisi olarak TRT'yi görmedim. Zira bu çok 'dış odaklı' bir bakış olurdu. Tam tersi, TRT'deki staj dönemimde, kendime daha çok soru yönelttim televizyonculuk ile ilgili... Kendi kendime sorduğum sorularda yani bugünkü deyimle 'iç odaklı' bakışımdan, benim karakterimin, yeteneklerimin ya da yeteneğimin olmadığı şeylerin toplamına baktım. Sonuçta reklam filmi sektörüne geçmek için çalışmalara başladım. Bir arkadaşım ile Sinan Çetin'in yanında en son asistan olarak, hiçbir maddi beklentim olmaksızın çalışmaya başladım. 3 ya da 4 film sonra beni 'yapım sorumlusu' daha sonra 'reji asistanı' yaptılar...Peki ben sektörden ne kadar hoşnuttum? Hiç hoşnut değildim ama başka bir iş yapmak ta aklımın ucunda geçmiyordu. Bu durumda sektörün sorunlarını anlamaya odaklandım... Reklam filmi sektöründe azimle 10 yılı aşkın bir süre geçirdim. Belli bir zamandan sonra ekonomik olarak ta rahat ettiğim bir sürece girdim. Bu arada 'sinema' için yanıp tutuşuyordum. 1998 yılında Sinema sektörüne Lola ve Bilidikid (Kutluğ Ataman) filmi ile girdim. Ama bir baktım ki, Türkiye sinema sektöründeki sorunlar dolu...Tahmin edeceğinizin çok üzerinde sorun yaşadım.Üstelik okulumu bitireli neredeyse 10yıl olmuşken... Hatta 'yapımcılık' kavramı hiç bilinmiyor. Yine kendi kendime, burada neler yapabileceğimi, olumlu ve olumsuz yanlarımı bulmaya odaklandım. Sonra sektörün olumlu ve olumsuz yanlarına odaklandım. Kendi kendime bir strateji yaptım ve sadece 'işime' odaklandım.Dünyada ve Türkiye'de yapılanları inceledim, fark yaratmanın formüllerini aradım, hala aramaya devam ediyorum.
Bütün bu süreçlerde öğrenmeye, araştırmaya ve deneyimlemeye devam ettim, ediyorum. Bilgi benim dünyam oldu... Sevdiğim bir işte 'bilgi sahibi' olmak ise benim hayatta en mutlu eden şeylerden biri...
Sevgili Dostlar,
sizlerle kendimden örnek verdim. Ben de Türkiye'de sinema-tv eğitimi aldım.Tüm sinema-tv öğrencileri ile eşit koşullarda mezun oldum. Ailemde bu işler ile ilgili kimse yoktu. Yani tanıdık-torpil vs olmadan, Türkiye'de varolmayan bir sektörde varolmaya çalıştım. Büyük zorlukları fazlasıyla ben de yaşadım. Ama, sorunları hep aşabileceğim bir oyun gibi gördüm. Hatta sorunlar, beni ben yaptı... Diyeceğim şudur ki, kendi hayatınızın kumandasını elinize alın, kendinizi tanıyın... O zorlu gördüğünüz sektör ile ilgili değil, kendinizle ilgili, sevdiğiniz iş ile ilgili adımlar atmaya çalışın.
Eğer, sinema alanında üretmek istiyor ve sektörü bir düşman gibi algılıyorsanız yol almanız zorlaşacak. Oysa sektörü daha çok tanımak, deneyim ve pek çok hayal kırıklığından geçiyor. O hayal kırıklığı dediğiniz şeyler, aslında sizlerin eğitimi oluyor. Yani, bir daha ki sefere daha deneyimli ve güçlü oluyorsunuz. Bu nedenle alınganlığı, küskünlüğü ve öfkeli bakışı bir tarafa bırakıp, küçük adımlarla yollara düşmenin zamanıdır.
İyi yaptıklarınızı, sinema alanında da yapmaya başlarsanız mutlaka karşılığını bulacaktır. Bu nedenle de yeni başlayacak arkadaşlara, 'yaratıcı' konularla sektöre girmeleri yerine uzmanlık isteyen farklı alanlarla girmelerini öneririm.
Hepinize umut dolu, motivasyonu bol bir gün dilerim...