Merhaba Sevgili Yapımlab Takipçileri,
Bu gün 'Yekta Kopan Atölyesi'ne dair birşeyler yazmak istedim. Dün akşam yılbaşı kutlamasının devamında, aslında başta Sevgili Yekta Kopan olmak üzere tüm katılımcılara çok teşekkür etmek istiyorum...
Yapım Laboratuvarı geçtiğimiz temmuz ayında kurulduğunda, kafamda 'temel yapımcılık' eğitimlerinin yanısıra, alanında 'özel ve biricik' kişilerle farklı atölyeler yapma fikri vardı...Ama bunu gerçekleştirmek için biraz daha zaman olduğunu düşünüyordum. Ardından sevgili dostum Yekta ile bir kahve sohbetimizde bu konuyu fikrini almak isteyerek danıştığımda, çok olumlu ve beni destekleyen bir konuşma yaptı. Mutlaka birlikte de bir çalışma yapalım diye konuştuk ve bu konuşmadan kısa bir süre sonra
Eylül ayında Adana Film Festivali'nde, Hilton Oteli'nin lobisinde, bu programı oluşturup Kasım ayında başlatma kararı aldık...
Devamında yüzlerce başvuru ve grup toparlandı. Dün akşam, minik yılbaşı kutlamasında, o mükemmel sinerjiye inanamadım...
O gruptan, harika üretimler çıkacağına inanıyorum ve Yapımlab ekibi adına herkese mutlu yıllar diliyorum...
HOŞGELDİNİZ
Yapım Laboratuvarı : Yapımcılık ile ilgili bilmek istediğiniz herşey...Zeynep Özbatur Atakan'ın gözlemleri, deneyimleri, paylaştıkları...
30 Aralık 2010 Perşembe
28 Aralık 2010 Salı
KONTENJANLAR DOLUYOR...
Sevgili Yapımlab Takipçileri
20 OCAK 2011'de başlayacak YEKTA KOPAN OKUMAK/YAZMAK ATÖLYESİ'nde son 4 kontenjan...
15 ŞUBAT 2011'de başlayacak NİLGÜN ÖNEŞ SENARYO ATÖLYESİ'nde son 5 kontenjan...
Kayıt yaptırmak ve bilgi almak için 0 212 252 4556 ya da info@zeynofilm.com
20 OCAK 2011'de başlayacak YEKTA KOPAN OKUMAK/YAZMAK ATÖLYESİ'nde son 4 kontenjan...
15 ŞUBAT 2011'de başlayacak NİLGÜN ÖNEŞ SENARYO ATÖLYESİ'nde son 5 kontenjan...
Kayıt yaptırmak ve bilgi almak için 0 212 252 4556 ya da info@zeynofilm.com
YAPIMLAB'IN İLK ASİSTANINDAN....
Merhaba Sevgili Yapımlab Takipçileri,
Cansev Erdemir, Yapımlab'ın oluşumunda yanımda bulunan asistanım...Yapımlab'da yetişen öğrencilerimden bir tanesi...Bütün yaz 'yapımcılık atölyeleri'asistanıydı. Şu anda da 'Yekta Kopan Atölyesi'asistanlığını yürütüyor.
Sorumluluk bilinci, 'bilgi'ye açık oluşu,doğruluğu ve çalışkanlığı ile güzel bir kariyer O'nu bekliyor.
Yapımlab ile ilgili duygularını paylaştığı bir yazı yazmış...Sizlerle paylaşmak istedim...
Dostlukla...
2010 YILI VE YAPIM LABORATUVARINA DAİR
Yeni yıla girerken çoğumuz, geride bıraktığımız yıla dair hayatımızda nelerin değiştiğini ve ne gibi şeylerin bizi değiştirdiğini düşünürüz. Kendi hayatıma dair 2010 senesini gözden geçirdiğim zaman, Zeynep Özbatur’la tanışmam ve sonrasında gelişen süreç benim için 2010 yılının dönüm noktası oldu diyebilirim. Bu yaz Zeynep Hanım’la beraber Yapım Lab.’ın kurulma ve gelişim aşamasına şahit oldum. Çoğu eğitime zamanım el verdiğince katıldım. Hepsinde hem sektörden, hem sektör dışından ayrı ayrı ve çok değerli insanlar tanıdım, arkadaşlar edindim. Bilginin ve dahası bilgiyi paylaşmanın ne kadar önemli ve değerli bir edinim olduğunu gördüm. Zeynep Özbatur’un ve gerçekleştirdiği atölye çalışmalarının, sinema sektörü için ve sektöre yeni girenler için bu anlamda çok büyük bir kılavuz niteliği taşıdığını düşünüyorum. Zira bu işin çok çok başında biri olarak benim ‘’gerçek anlamda yapımcılığın’’ ne demek olduğunu birinci ağızdan dinleme şansım oldu. Kendisinin de sık sık dile getirdiği gibi ‘Bilgi paylaşılmak için vardır ve paylaşılmalıdır da.’ Bu anlamda Yapımcılık Laboratuvarı Türkiye’de sektöre dair çok büyük bir boşluğu dolduruyor bence. 2010 yılı Zeynep Özbatur ve Yapım Lab. sayesinde benim için dolu dolu bir bilgi ve tecrübe yılı oldu. Umarım benim yılımı bu şekilde güzelleştiren Zeynep Hanım’ın da yeni yılı çok güzel geçer ve kurduğu Yapım Laboratuvarı daha da büyüyerek bilgiye ve tecrübeye ihtiyacı olan daha çok insana yol gösterir. Herkese mutlu seneler…
Cansev Erdemir, Yapımlab'ın oluşumunda yanımda bulunan asistanım...Yapımlab'da yetişen öğrencilerimden bir tanesi...Bütün yaz 'yapımcılık atölyeleri'asistanıydı. Şu anda da 'Yekta Kopan Atölyesi'asistanlığını yürütüyor.
Sorumluluk bilinci, 'bilgi'ye açık oluşu,doğruluğu ve çalışkanlığı ile güzel bir kariyer O'nu bekliyor.
Yapımlab ile ilgili duygularını paylaştığı bir yazı yazmış...Sizlerle paylaşmak istedim...
Dostlukla...
2010 YILI VE YAPIM LABORATUVARINA DAİR
Yeni yıla girerken çoğumuz, geride bıraktığımız yıla dair hayatımızda nelerin değiştiğini ve ne gibi şeylerin bizi değiştirdiğini düşünürüz. Kendi hayatıma dair 2010 senesini gözden geçirdiğim zaman, Zeynep Özbatur’la tanışmam ve sonrasında gelişen süreç benim için 2010 yılının dönüm noktası oldu diyebilirim. Bu yaz Zeynep Hanım’la beraber Yapım Lab.’ın kurulma ve gelişim aşamasına şahit oldum. Çoğu eğitime zamanım el verdiğince katıldım. Hepsinde hem sektörden, hem sektör dışından ayrı ayrı ve çok değerli insanlar tanıdım, arkadaşlar edindim. Bilginin ve dahası bilgiyi paylaşmanın ne kadar önemli ve değerli bir edinim olduğunu gördüm. Zeynep Özbatur’un ve gerçekleştirdiği atölye çalışmalarının, sinema sektörü için ve sektöre yeni girenler için bu anlamda çok büyük bir kılavuz niteliği taşıdığını düşünüyorum. Zira bu işin çok çok başında biri olarak benim ‘’gerçek anlamda yapımcılığın’’ ne demek olduğunu birinci ağızdan dinleme şansım oldu. Kendisinin de sık sık dile getirdiği gibi ‘Bilgi paylaşılmak için vardır ve paylaşılmalıdır da.’ Bu anlamda Yapımcılık Laboratuvarı Türkiye’de sektöre dair çok büyük bir boşluğu dolduruyor bence. 2010 yılı Zeynep Özbatur ve Yapım Lab. sayesinde benim için dolu dolu bir bilgi ve tecrübe yılı oldu. Umarım benim yılımı bu şekilde güzelleştiren Zeynep Hanım’ın da yeni yılı çok güzel geçer ve kurduğu Yapım Laboratuvarı daha da büyüyerek bilgiye ve tecrübeye ihtiyacı olan daha çok insana yol gösterir. Herkese mutlu seneler…
26 Aralık 2010 Pazar
YAPIMLAB'DAN YILSONU HABERLERİ VE ÜRETİMLER....
Merhaba Sevgili Yapımlab Takipçileri,
Yıl biterken, farkettim ki Yapımlab 2010 yılındaki en önemli 'üretim' lerden biri oldu. Hızlı bir şekilde her gün yeni kişileri, yapısına katarak ilerliyor.
Temmuz ayından bu yana kısa ve uzun dönem 'yapımcılık eğitim'lerine 60 civarında katılımcı oldu. Bunlardan 6 kişi, burslu olarak eğitim aldı.
Bunun yanısıra, Kasım ayında başlayan Yekta Kopan Atölyesi 13 kişiyle çalışmalarına keyifle devam ediyor...
Bir farkettim ki, aslında katılımcıların pek çoğu ile dostluğumuz o kadar gelişmiş durumda ki, projelerini ya da hayatlarındaki kariyer hedefleri ile ilgili her konuda haberleşiyoruz ve yolAtölye dönemi tamamlandığında da, ilişkileri sonlandırmıyoruz aksine iletişime biribirini tanıyan kişiler olarak devam ediyoruz.
Ama, esas amaç, sektöre bilgili ve donanımlı kimseleri entegre etmek...
Örneğin, Kutluğ Ataman'ın Sergisinin belgesel çekimlerinde Yapımlab'ın 2 öğrencisi çalıştı. Yine'Aya Seyahat' DVD'si Ocak ayının ilk günlerinde piyasaya çıkmış olacak. Bu proje bir yıldır geliştirilen bir projeydi ve bunun son 4 aydır, piyasaya hazırlanışı tamamen Yapımlab katılımcılarından oluşan bir ekiple gerçekleşti. Bir taraftan eğitim alırken diğer taraftan, sektörde profesyonel adımlar atmaya başlıyorlar. Böylece kendi referanslarını da oluşturmuş oluyorlar.
Başka bir öğrencim, şu anda, öğrenim gördüğü yurt dışında 'kısa film'ini çekmeye hazırlanıyor. Yapımlab'a ilk geldiği günlerden bu güne 'film yapmak' konusunda ne kadar geliştiğini gözlemliyorum...Ve projesinin daha doğuştan çok güçlü doğduğunu görüyorum.
Bütün bunlar, beni çok mutlu ediyor...
Hele bir de 'Yekta Kopan Atölyesi'nin çarşamba günleri getirdiği sinerji inanılmaz bir mutluluk...O gruptan çıkacak üretimleri de heyecanla bekiyorum.
Şimdi, 'ocak' ayından itibaren uzun dönem gruplar başlıyor. Onlar tamamen profesyonelliği hedefleyen bir grup. Kendilerini heyecanla bekliyorum ve ilk ders için sabırsızlanıyorum.
Ve bir de, Şubat'ta başlayacak 'Nilgün Öneş Atölyesi'katılımcıları kimler olacak merak ediyorum. Çünkü Yapımlab'da ilk kez senaryo üzerin bir atölye çalışması düzenlenecek ve esasen pekçok kimsenin de üretime başladığı yer olacak...
İşte böyle sevgili dostlar,
bilgi ile dolu, üreterek ve paylaşarak kocaman bir yıl geçti... Yapımlab, 2011'de de yeni ve farklı atölyeler yapmayı hedefliyor...Tabii bunun yanısıra üretimleri çoğaltmayı ve bu üretimlerin sesini her yere duyurmayı amaçlıyor.
Herkese iyi pazarlar...
Yıl biterken, farkettim ki Yapımlab 2010 yılındaki en önemli 'üretim' lerden biri oldu. Hızlı bir şekilde her gün yeni kişileri, yapısına katarak ilerliyor.
Temmuz ayından bu yana kısa ve uzun dönem 'yapımcılık eğitim'lerine 60 civarında katılımcı oldu. Bunlardan 6 kişi, burslu olarak eğitim aldı.
Bunun yanısıra, Kasım ayında başlayan Yekta Kopan Atölyesi 13 kişiyle çalışmalarına keyifle devam ediyor...
Bir farkettim ki, aslında katılımcıların pek çoğu ile dostluğumuz o kadar gelişmiş durumda ki, projelerini ya da hayatlarındaki kariyer hedefleri ile ilgili her konuda haberleşiyoruz ve yolAtölye dönemi tamamlandığında da, ilişkileri sonlandırmıyoruz aksine iletişime biribirini tanıyan kişiler olarak devam ediyoruz.
Ama, esas amaç, sektöre bilgili ve donanımlı kimseleri entegre etmek...
Örneğin, Kutluğ Ataman'ın Sergisinin belgesel çekimlerinde Yapımlab'ın 2 öğrencisi çalıştı. Yine'Aya Seyahat' DVD'si Ocak ayının ilk günlerinde piyasaya çıkmış olacak. Bu proje bir yıldır geliştirilen bir projeydi ve bunun son 4 aydır, piyasaya hazırlanışı tamamen Yapımlab katılımcılarından oluşan bir ekiple gerçekleşti. Bir taraftan eğitim alırken diğer taraftan, sektörde profesyonel adımlar atmaya başlıyorlar. Böylece kendi referanslarını da oluşturmuş oluyorlar.
Başka bir öğrencim, şu anda, öğrenim gördüğü yurt dışında 'kısa film'ini çekmeye hazırlanıyor. Yapımlab'a ilk geldiği günlerden bu güne 'film yapmak' konusunda ne kadar geliştiğini gözlemliyorum...Ve projesinin daha doğuştan çok güçlü doğduğunu görüyorum.
Bütün bunlar, beni çok mutlu ediyor...
Hele bir de 'Yekta Kopan Atölyesi'nin çarşamba günleri getirdiği sinerji inanılmaz bir mutluluk...O gruptan çıkacak üretimleri de heyecanla bekiyorum.
Şimdi, 'ocak' ayından itibaren uzun dönem gruplar başlıyor. Onlar tamamen profesyonelliği hedefleyen bir grup. Kendilerini heyecanla bekliyorum ve ilk ders için sabırsızlanıyorum.
Ve bir de, Şubat'ta başlayacak 'Nilgün Öneş Atölyesi'katılımcıları kimler olacak merak ediyorum. Çünkü Yapımlab'da ilk kez senaryo üzerin bir atölye çalışması düzenlenecek ve esasen pekçok kimsenin de üretime başladığı yer olacak...
İşte böyle sevgili dostlar,
bilgi ile dolu, üreterek ve paylaşarak kocaman bir yıl geçti... Yapımlab, 2011'de de yeni ve farklı atölyeler yapmayı hedefliyor...Tabii bunun yanısıra üretimleri çoğaltmayı ve bu üretimlerin sesini her yere duyurmayı amaçlıyor.
Herkese iyi pazarlar...
23 Aralık 2010 Perşembe
ATÖLYE KONTENJANLARI İLE İLGİLİ BİLGİLER 2
PROJE GELİŞTİRME, ORTAK YAPIM (UZUN PROGRAM) ATÖLYELERİMİZİN KONTENJANLARI DOLMUŞTUR.
İLGİNİZE TEŞEKKÜR EDERİZ.
NİLGÜN ÖNEŞ SENARYO ATÖLYESİ Kayıtları devam etmektedir. Katılımcı sayısı 10 kişi ile sınırlıdır ve Atölye 15 Şubat 2011'de başlayacaktır.
Ocak ayında kısa süreli, haftasonu programları açılacaktır. Blogu takip ederek öğrenebilirsiniz.
Daha fazla bilgi için info@zeynofilm.com'a e-posta gönderebilirsiniz ya da 0 212 2524556 Ayşagül Yeşim'den bilgi alabilirsiniz.
İLGİNİZE TEŞEKKÜR EDERİZ.
NİLGÜN ÖNEŞ SENARYO ATÖLYESİ Kayıtları devam etmektedir. Katılımcı sayısı 10 kişi ile sınırlıdır ve Atölye 15 Şubat 2011'de başlayacaktır.
Ocak ayında kısa süreli, haftasonu programları açılacaktır. Blogu takip ederek öğrenebilirsiniz.
Daha fazla bilgi için info@zeynofilm.com'a e-posta gönderebilirsiniz ya da 0 212 2524556 Ayşagül Yeşim'den bilgi alabilirsiniz.
22 Aralık 2010 Çarşamba
SENARYOYU DEĞERLENDİRMEK
Merhaba,
Bir filmin temelini oluşturan 'senaryo'konusunda yazmak istiyorum bu gün... Aslında, hergün e-postasına pekçok senaryo gelen birisi olarak bazı gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.
Senaryo yazmak, profesyonellik gerektiren bir iştir. Bunun için yazan kişinin, sadece teknik bilip aklındakileri kağıda dökmesi değil, sinemayı tüm ayrıntıları ile biliyor olması gerekmektedir.
Sinema bilmek, sadece film izleyerek olmaz... Çok sıradan bir konunun 'sinemasal' olabilmesi ciddi bir emek gerektirir. Elbette senaryo yazarı olabilmek için, çalışmak, deneyimlemek ve bol bol yazmak gereklidir.
Ama ilk yazdığı formata uygun yazının senaryo olduğuna inanarak, hemen film olmasını istemek, fazlaca iyimser bir hayaldir. Her yazılan biriciktir ve bir amaca hizmet eder, ancak bir senaryonun film olabilecek düzeye gelmesi zaman ve emek işidir.
Bu noktada, ben yukarıda kendi görüşlerimi paylaştım. Çünkü uzun yıllardır iyi ve kötü örnekleri görebilecek kadar deneyim sahibi oldum.
Bir senaryoyu değerlendirirken, öncelikle sinopsis ve tretmanını okurum. Çünkü beni asıl olarak 'fikir' ilgilendirir. İyi bir fikir varsa, devamında senaryoyu okuduğumda meseleyi nasıl ele aldığına bakarım. Sinemasal bir altyapı oluşmuş mu yoksa ham mı?
Zaten, sinemasal bir donanım varsa, fikir varsa, senaryo da eninde sonunda iyi olacaktır.
Yönetmen-Senaryo Yazarı-Yapımcı aynı dili konuşabiliyorlarsa, aynı senaryoya aynı gözden bakabiliyorlarsa zaten sorun yoktur. Bunun için, yapımlab'daki derslerimde hep söylediğim gibi bu üçlünün hedef birliği varsa başarısız bir iş çıkarma olasılığı oldukça düşüktür.
Ama genellikle, 'yeterki senaryom çekilsin' hissi ile yapımcı ile hedeflerinin yakın olup olmadığına bakmadan projesini veren bir yazar, ya da proje sahibinin bekentisini anlamayan, umursamayan yapımcı işbirliğinde, iki tarafında hayal kırıklığına uğraması muhtemel bir sonuçtur. Bu sonuçlar çoğaldıkça önyargılar artar...
Bu nedenle, ben bana gelen projeden önce proje sahibini ve beklentisini önemserim. Devamında,projesinin sinopsis ve tretmanına bakarak senaryosunu okumaya karar veririm.
Elbette tanımak isteme nedenim, yeteneğini ve yaratıcılığını sadece yazdıklarından değil yaptığı işlerden, kişiliğinden ve vizyonundan anlamaya çalışırım.
...Ve 'yapımcı'dan ne beklediğini ve 'yapımcılık' konusuna bakış açısını anlamak isterim.
Şimdi bu cümlenin üzerine 'yapımcı'dan ne beklenir ki sadece 'para' diyenler çıkacaktır.
Yapımcı, para yatırımının yanısıra, önemli bir yolculuğun kaptanıdır. Senaryo yazarı ve yönetmenle ortak hedefler doğrutusunda projeyi yeniden kendi açısından projelendiren, finans planını oluşturan, finansı yöneten, yönetmene filmi yaratırken, en sağlıklı koşulları yaratan,her aşamada yönetmenin yaratıcılığına katkı sağlayacak ortamı yaratan, film tamamlandığında satış ve pazarlamasını yapan kişidir.
Yukarıda da belirttiğim gibi, senaryo formatına uyduralarak yazılmış her fikir senaryo olma özelliği taşımaz. Senaryo yazmak ve bir proje haline getirmek, zaman, emek, çalışma ve sinemasal donanım gerektiren bir iştir.
Bir filmin temelini oluşturan 'senaryo'konusunda yazmak istiyorum bu gün... Aslında, hergün e-postasına pekçok senaryo gelen birisi olarak bazı gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.
Senaryo yazmak, profesyonellik gerektiren bir iştir. Bunun için yazan kişinin, sadece teknik bilip aklındakileri kağıda dökmesi değil, sinemayı tüm ayrıntıları ile biliyor olması gerekmektedir.
Sinema bilmek, sadece film izleyerek olmaz... Çok sıradan bir konunun 'sinemasal' olabilmesi ciddi bir emek gerektirir. Elbette senaryo yazarı olabilmek için, çalışmak, deneyimlemek ve bol bol yazmak gereklidir.
Ama ilk yazdığı formata uygun yazının senaryo olduğuna inanarak, hemen film olmasını istemek, fazlaca iyimser bir hayaldir. Her yazılan biriciktir ve bir amaca hizmet eder, ancak bir senaryonun film olabilecek düzeye gelmesi zaman ve emek işidir.
Bu noktada, ben yukarıda kendi görüşlerimi paylaştım. Çünkü uzun yıllardır iyi ve kötü örnekleri görebilecek kadar deneyim sahibi oldum.
Bir senaryoyu değerlendirirken, öncelikle sinopsis ve tretmanını okurum. Çünkü beni asıl olarak 'fikir' ilgilendirir. İyi bir fikir varsa, devamında senaryoyu okuduğumda meseleyi nasıl ele aldığına bakarım. Sinemasal bir altyapı oluşmuş mu yoksa ham mı?
Zaten, sinemasal bir donanım varsa, fikir varsa, senaryo da eninde sonunda iyi olacaktır.
Yönetmen-Senaryo Yazarı-Yapımcı aynı dili konuşabiliyorlarsa, aynı senaryoya aynı gözden bakabiliyorlarsa zaten sorun yoktur. Bunun için, yapımlab'daki derslerimde hep söylediğim gibi bu üçlünün hedef birliği varsa başarısız bir iş çıkarma olasılığı oldukça düşüktür.
Ama genellikle, 'yeterki senaryom çekilsin' hissi ile yapımcı ile hedeflerinin yakın olup olmadığına bakmadan projesini veren bir yazar, ya da proje sahibinin bekentisini anlamayan, umursamayan yapımcı işbirliğinde, iki tarafında hayal kırıklığına uğraması muhtemel bir sonuçtur. Bu sonuçlar çoğaldıkça önyargılar artar...
Bu nedenle, ben bana gelen projeden önce proje sahibini ve beklentisini önemserim. Devamında,projesinin sinopsis ve tretmanına bakarak senaryosunu okumaya karar veririm.
Elbette tanımak isteme nedenim, yeteneğini ve yaratıcılığını sadece yazdıklarından değil yaptığı işlerden, kişiliğinden ve vizyonundan anlamaya çalışırım.
...Ve 'yapımcı'dan ne beklediğini ve 'yapımcılık' konusuna bakış açısını anlamak isterim.
Şimdi bu cümlenin üzerine 'yapımcı'dan ne beklenir ki sadece 'para' diyenler çıkacaktır.
Yapımcı, para yatırımının yanısıra, önemli bir yolculuğun kaptanıdır. Senaryo yazarı ve yönetmenle ortak hedefler doğrutusunda projeyi yeniden kendi açısından projelendiren, finans planını oluşturan, finansı yöneten, yönetmene filmi yaratırken, en sağlıklı koşulları yaratan,her aşamada yönetmenin yaratıcılığına katkı sağlayacak ortamı yaratan, film tamamlandığında satış ve pazarlamasını yapan kişidir.
Yukarıda da belirttiğim gibi, senaryo formatına uyduralarak yazılmış her fikir senaryo olma özelliği taşımaz. Senaryo yazmak ve bir proje haline getirmek, zaman, emek, çalışma ve sinemasal donanım gerektiren bir iştir.
19 Aralık 2010 Pazar
BİR PAZAR YAZISI...
Merhaba Sevgili Dostlar,
Yaklaşık 3 aydır(yolculukta olduğum zamanları saymazsak) ilk kez pazar gününü çalışmadan geçiriyorum. Sakın bunu 'haftalardır ilk kez dinleniyorum' sızlanması olacak bir yazı olarak algılamayın... Ben pazar günlerini değerlendirmeyi ve hatta çalışmayı çok severim.
Ben 'pazar günü'çalışmaktan hiç şikayet etmem...Aktif olarak iş yaşamına girdiğinden beri yaklaşık 25 yıldır, oğlumla geçirdiğim zamanlar dışında,çoğu pazarlar aktif çalışarak, ya da iş ile dolu geçti...Oğlumla geçirdiğim zamanları da çok iyi değerlendirdim. Prodüksiyon asistanlığı yaptığım dönemlerden başlayarak, 'yarın pazar çalışmıyorum' gibi bir düşünce geçmedi aklımdan...Bunun birazda benim karakterimle ilişkisi var tabii...Çünkü herkesle aynı zamanda aynı şeyleri yapmayı, ya da aynı alışkanlıkları uygulamayı sevmedim hiç...Bu yüzden 'tatil' ve ya 'dinlenme' fikrini başka günlere kaydırmayı ve 'haketmişlik' duygusu ile o günü geçirmeyi çok sevdim. Hayatıma günlerle ilgili hiçbir 'kıstas' koymadım.
İnsan sevdiği işi yaparken, onunla yaşr. Başarının biraz da sırrı bu sanki... Benim 'başarı' anlayışım, hep yaptığımdan daha iyisini yapmak ve kendini yenilemek arzusunu taşır. Herhangi bir sıkıntı ya da zorluk çıktığında ise ondan ders çıkarmayı ve o süreci 'öğrencilik' gibi görmeyi tercih ederim. O dönemler, aslında iyidir...Çevrenizdekileri, olayları farklı bir açıdan görmeye başlarsınız bu da hedeflerinize ulaşırken, size yeni bilgiler getirir.
'Pazar' ya da 'Bayram' gibi tatillerde hiç 'olmazsa olmaz'ım olmadı...Hatta o süreçlerde üretim yapmanın keyfini çıkardım hep...Telefonlarınız az çalar, etraf daha sessiz olur ve daha da eğlencelisi bu bir ekip çalışması ise, sizin gibi düşünen, hayata öyle bakan kişilerle bir arada olmanın keyfini yaşarsınız.
Kişilik olarak, yerinde oturup olayların akışında 'iş' beklemeyi sevmedim. Örneğin 1987 yılında ünüversite 1 öğrencisiydim, 2. yarıyılda tam vize zamanı bir telefon geldi. Arayan Sinan Çetin'in ekibinden biriydi ve 3 hafta pazar üstüste bir banka reklamı çekileceğini, çalışıp çalışamayacağımı sordu... Ancak Çekim pazar günü yapılacak, ardından pazartesi, salı ve çarşamba çalışılacak...Perşembe, cuma, cumartesi yeni film hazırlanacak ve ardından yine çekim... Hiç düşünmeden kabul ettim...Benim için unutulmaz bir deneyim oldu. Çünkü o günden sonra, o ekip ve beni orada tanıyan tüm ekiplerle çalışmaya başladım. Peki vizeler mi ne oldu, hepsinden telafi ve bütünleme sınavlarında iyi not alarak 2.sınıfa geçtim. Yani, yapmak istediğim iş ve yeni bir deneyim uğruna ne pazar gününü, ne de vize sınavlarımı bahane ettim.
Şimdi, geriye dönüp baktığımda, bana çalıştığım 'pazar' günleri hiç de çalışmışım gibi gelmiyor. Çünkü ben 'pazar' günlerimi sevdiğim şeyleri yaparak geçirdim.Yani çalışarak ya da oğlum ile zaman geçirerek... Oğlum doğduğunda 2,5 yıl hiç çalışmadım...Ama o süreçte de, oğlumla ilgilendiğim zamanlar dışında, film izleyerek, okuyarak, zaman geçirdim. Bunun yanısıra bildiğiniz klasik ev hayatında da başka gözlemler ve üretimler yapmaya, yeni şeyler öğrenmeye gayret ettim. Yani bir yemek yaparken bile onu bir üretim, özenli bir çalışma gibi gördüm. Sonra da sevdiklerim için yemek yapmayı sevdiğimi ve en yaratıcı fikirlerin yemek yaparken aklıma geldiğini farkettim. Oğlumla dolu geçirmeyi planladığım pazar günlerinde ise 'iş'e hiç hayır demedim. Onunla yapacağımız bir programı başka bir gün 'mutlaka' telafi ettik... Oğlum da, çalıştığım pazar günlerini hiç yadırgamadı. Bu arada inanın bana oğlumun küçüklüğünde, haftasonları yaptığımız geziler, müzeler, alışveriş merkezlerindeki oyun parkları, çocuk doğum günü partileri, okul toplantıları bana inanılmaz deneyimler ve bilgi kattı.Şimdi bakıyorum da, herkes için'tatil+eğlence' olan 'pazar günü'benim için çok farklı olmuş.
Yani hayatta işinizi iş gibi görürseniz, hayatınızı kısıtlayan bazı alışkanlıklar da siz farkına varmadan gelir. Ve, o farketmeden kurulan düzene hizmet etmeye başlarsınız.Oysa, işiniz yaşam biçiminizse ve üretmekten keyif alıyorsanız, sınırsız bir özgürlük alanı yaratmışsınız demektir. Siz işinizden keyif alıyorsanız, ne cumartesinin, ne pazarın önemi kalır. Çünkü o sizin hayatınızdır.
İşte bu pazar, bunu düşündüm... Kocaman bir pazar günü,eğer çalışmıyorsam, yine işimi ilgilendiren kutuda sakladığım konulardan birine el atmanın tam zamanı...Ya da izlemek istediğim, takip ettiğim yönetmenlerden birinin filmini izleme vakti...Ya da, girip internette 'yeni' araştırmalar yapmalıyım yapımlab için...Ya da...
Tabiki canım ailemle geçirilecek saatler, güzel bir yemek ve güzel paylaşımlar...
Hayatın her anı çok güzel, lütfen 'kıstas'lar koyup sonra mutsuz olmayın...
Herkese iyi ve üretim dolu pazarlar:)
Yaklaşık 3 aydır(yolculukta olduğum zamanları saymazsak) ilk kez pazar gününü çalışmadan geçiriyorum. Sakın bunu 'haftalardır ilk kez dinleniyorum' sızlanması olacak bir yazı olarak algılamayın... Ben pazar günlerini değerlendirmeyi ve hatta çalışmayı çok severim.
Ben 'pazar günü'çalışmaktan hiç şikayet etmem...Aktif olarak iş yaşamına girdiğinden beri yaklaşık 25 yıldır, oğlumla geçirdiğim zamanlar dışında,çoğu pazarlar aktif çalışarak, ya da iş ile dolu geçti...Oğlumla geçirdiğim zamanları da çok iyi değerlendirdim. Prodüksiyon asistanlığı yaptığım dönemlerden başlayarak, 'yarın pazar çalışmıyorum' gibi bir düşünce geçmedi aklımdan...Bunun birazda benim karakterimle ilişkisi var tabii...Çünkü herkesle aynı zamanda aynı şeyleri yapmayı, ya da aynı alışkanlıkları uygulamayı sevmedim hiç...Bu yüzden 'tatil' ve ya 'dinlenme' fikrini başka günlere kaydırmayı ve 'haketmişlik' duygusu ile o günü geçirmeyi çok sevdim. Hayatıma günlerle ilgili hiçbir 'kıstas' koymadım.
İnsan sevdiği işi yaparken, onunla yaşr. Başarının biraz da sırrı bu sanki... Benim 'başarı' anlayışım, hep yaptığımdan daha iyisini yapmak ve kendini yenilemek arzusunu taşır. Herhangi bir sıkıntı ya da zorluk çıktığında ise ondan ders çıkarmayı ve o süreci 'öğrencilik' gibi görmeyi tercih ederim. O dönemler, aslında iyidir...Çevrenizdekileri, olayları farklı bir açıdan görmeye başlarsınız bu da hedeflerinize ulaşırken, size yeni bilgiler getirir.
'Pazar' ya da 'Bayram' gibi tatillerde hiç 'olmazsa olmaz'ım olmadı...Hatta o süreçlerde üretim yapmanın keyfini çıkardım hep...Telefonlarınız az çalar, etraf daha sessiz olur ve daha da eğlencelisi bu bir ekip çalışması ise, sizin gibi düşünen, hayata öyle bakan kişilerle bir arada olmanın keyfini yaşarsınız.
Kişilik olarak, yerinde oturup olayların akışında 'iş' beklemeyi sevmedim. Örneğin 1987 yılında ünüversite 1 öğrencisiydim, 2. yarıyılda tam vize zamanı bir telefon geldi. Arayan Sinan Çetin'in ekibinden biriydi ve 3 hafta pazar üstüste bir banka reklamı çekileceğini, çalışıp çalışamayacağımı sordu... Ancak Çekim pazar günü yapılacak, ardından pazartesi, salı ve çarşamba çalışılacak...Perşembe, cuma, cumartesi yeni film hazırlanacak ve ardından yine çekim... Hiç düşünmeden kabul ettim...Benim için unutulmaz bir deneyim oldu. Çünkü o günden sonra, o ekip ve beni orada tanıyan tüm ekiplerle çalışmaya başladım. Peki vizeler mi ne oldu, hepsinden telafi ve bütünleme sınavlarında iyi not alarak 2.sınıfa geçtim. Yani, yapmak istediğim iş ve yeni bir deneyim uğruna ne pazar gününü, ne de vize sınavlarımı bahane ettim.
Şimdi, geriye dönüp baktığımda, bana çalıştığım 'pazar' günleri hiç de çalışmışım gibi gelmiyor. Çünkü ben 'pazar' günlerimi sevdiğim şeyleri yaparak geçirdim.Yani çalışarak ya da oğlum ile zaman geçirerek... Oğlum doğduğunda 2,5 yıl hiç çalışmadım...Ama o süreçte de, oğlumla ilgilendiğim zamanlar dışında, film izleyerek, okuyarak, zaman geçirdim. Bunun yanısıra bildiğiniz klasik ev hayatında da başka gözlemler ve üretimler yapmaya, yeni şeyler öğrenmeye gayret ettim. Yani bir yemek yaparken bile onu bir üretim, özenli bir çalışma gibi gördüm. Sonra da sevdiklerim için yemek yapmayı sevdiğimi ve en yaratıcı fikirlerin yemek yaparken aklıma geldiğini farkettim. Oğlumla dolu geçirmeyi planladığım pazar günlerinde ise 'iş'e hiç hayır demedim. Onunla yapacağımız bir programı başka bir gün 'mutlaka' telafi ettik... Oğlum da, çalıştığım pazar günlerini hiç yadırgamadı. Bu arada inanın bana oğlumun küçüklüğünde, haftasonları yaptığımız geziler, müzeler, alışveriş merkezlerindeki oyun parkları, çocuk doğum günü partileri, okul toplantıları bana inanılmaz deneyimler ve bilgi kattı.Şimdi bakıyorum da, herkes için'tatil+eğlence' olan 'pazar günü'benim için çok farklı olmuş.
Yani hayatta işinizi iş gibi görürseniz, hayatınızı kısıtlayan bazı alışkanlıklar da siz farkına varmadan gelir. Ve, o farketmeden kurulan düzene hizmet etmeye başlarsınız.Oysa, işiniz yaşam biçiminizse ve üretmekten keyif alıyorsanız, sınırsız bir özgürlük alanı yaratmışsınız demektir. Siz işinizden keyif alıyorsanız, ne cumartesinin, ne pazarın önemi kalır. Çünkü o sizin hayatınızdır.
İşte bu pazar, bunu düşündüm... Kocaman bir pazar günü,eğer çalışmıyorsam, yine işimi ilgilendiren kutuda sakladığım konulardan birine el atmanın tam zamanı...Ya da izlemek istediğim, takip ettiğim yönetmenlerden birinin filmini izleme vakti...Ya da, girip internette 'yeni' araştırmalar yapmalıyım yapımlab için...Ya da...
Tabiki canım ailemle geçirilecek saatler, güzel bir yemek ve güzel paylaşımlar...
Hayatın her anı çok güzel, lütfen 'kıstas'lar koyup sonra mutsuz olmayın...
Herkese iyi ve üretim dolu pazarlar:)
18 Aralık 2010 Cumartesi
YAPIMLAB'A DAİR...
Merhaba,
Ocak ayı ile birlikte 'yapımlab'ın yeni programları başlıyor. Bu programlara kaydolanlarla yeni bir süreç başlatıp, projeleri için daha somut yaklaşımlar kazanmaları yolunda adımlar atacağız.
Bu noktada, 'yapımlab' ile ilgili 'burs veriyor musunuz?' sorusu ile sık sık karşılaşıyoruz. Evet, burs veriyoruz ve kriterlerimiz var. Bu kriterler bu blogda daha önce yayınlandı. Bunun yanısıra, çalışmalarımıza katılan katılımcılarda, zeka, yaratıcılık ve yetenek görüldüğünde, projelerine mutlaka destek veriliyor Dolayısıyla, devamında 'katılımcı' kimliğinden 'desteklediğimiz kişi' durumuna geçiyor.
Çünkü, bir yapımcı için, bir yönetmen ile çalışabilmesi için sadece senaryo yeterli değildir. Aynı hedefi ve aynı amaçları taşıdıklarını biilmek, aynı hayat görüşüne sahip olduklarını anlamaları gereklidir. En 'ticari' projeleri yapan Amerika'da bile bir senaristin senaryosunu çekmek için, kendi 'senaryo grupları' ile çalışmalar yaptıktan sonra karar verirler. Zira yönetmenlik için de...
Ama, 'yapımcı'yı salt 'para yatırmak' olarak gören anlayıştakiler, e-mail'ine senaryosunu ekleyip, film çekmek istediğini belirten birkaç cümle ekledikten sonra, yapımcının kendisine dönüp, 'hadi filmi yapıyoruz' demesini bekler... Sonra da anlaşılmadığını düşünür... Devamında bir görüşme yapsanız bile, 'karar verme'süreci o kadar da kolay bir süreç değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi, karşılıklı tanışmak, beklentileri anlamak gerekir. Dolayısıyla, yönetmen için yapımcıyı tanımak, yapımcı için yönetmeni tanımak gibi süreçlerin olması, üretimin bunun içine monte etmek en doğrusudur. Çünkü 'yapımcı' sözkonusu projeyi, projelendirecek ve yönetmenin artistik olarak özgür olacağı bir sistem yaratırken, bu projeye uygun finans,fiziki ve teknik şartları aynı zamanda projenin tanınmasını ve yayılmasını sağlayacak formüller yaratacaktır.
Yapımlab'a katılan yönetmen,senaryo yazarı,yapımcılar veya bu alanlarda ilerlemek isteyen adaylar, bu süreçleri tanıyıp, yol almaktadırlar. Yani, projeleri için yapımcı arayan yönetmen-senaryo yazarları, ya da iyi proje,senaryo, yönetmen arayan yapımcılar için bu süreci bilmek çok önemlidir.
Yani 'para yatırmak', 'finans yaratmak' bu süreçlerden sonra ve bir proje projelendirildikten sonra oluşan bir durumdur.
Yapımlab, Türkiye'de 'yapımcılık' anlayışına yeni bir soluk getirmek ve proje yaratıcılarının da sağlam adımlarla kariyerlerini oluşturmalarını sağlamak amacını taşır.
Bunun yanısıra, sinema, edebiyat, psikoloji, felsefe, sosyoloji, alanlarında katılımcıların bilgilenmesini ve gelişmesini hedefler.
Ayrıca, çalışmalara katılanlar ile çalışmalar bittikten sonra her aşamada iletişim halinde olunmaktadır.
Ocak ayı ile birlikte 'yapımlab'ın yeni programları başlıyor. Bu programlara kaydolanlarla yeni bir süreç başlatıp, projeleri için daha somut yaklaşımlar kazanmaları yolunda adımlar atacağız.
Bu noktada, 'yapımlab' ile ilgili 'burs veriyor musunuz?' sorusu ile sık sık karşılaşıyoruz. Evet, burs veriyoruz ve kriterlerimiz var. Bu kriterler bu blogda daha önce yayınlandı. Bunun yanısıra, çalışmalarımıza katılan katılımcılarda, zeka, yaratıcılık ve yetenek görüldüğünde, projelerine mutlaka destek veriliyor Dolayısıyla, devamında 'katılımcı' kimliğinden 'desteklediğimiz kişi' durumuna geçiyor.
Çünkü, bir yapımcı için, bir yönetmen ile çalışabilmesi için sadece senaryo yeterli değildir. Aynı hedefi ve aynı amaçları taşıdıklarını biilmek, aynı hayat görüşüne sahip olduklarını anlamaları gereklidir. En 'ticari' projeleri yapan Amerika'da bile bir senaristin senaryosunu çekmek için, kendi 'senaryo grupları' ile çalışmalar yaptıktan sonra karar verirler. Zira yönetmenlik için de...
Ama, 'yapımcı'yı salt 'para yatırmak' olarak gören anlayıştakiler, e-mail'ine senaryosunu ekleyip, film çekmek istediğini belirten birkaç cümle ekledikten sonra, yapımcının kendisine dönüp, 'hadi filmi yapıyoruz' demesini bekler... Sonra da anlaşılmadığını düşünür... Devamında bir görüşme yapsanız bile, 'karar verme'süreci o kadar da kolay bir süreç değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi, karşılıklı tanışmak, beklentileri anlamak gerekir. Dolayısıyla, yönetmen için yapımcıyı tanımak, yapımcı için yönetmeni tanımak gibi süreçlerin olması, üretimin bunun içine monte etmek en doğrusudur. Çünkü 'yapımcı' sözkonusu projeyi, projelendirecek ve yönetmenin artistik olarak özgür olacağı bir sistem yaratırken, bu projeye uygun finans,fiziki ve teknik şartları aynı zamanda projenin tanınmasını ve yayılmasını sağlayacak formüller yaratacaktır.
Yapımlab'a katılan yönetmen,senaryo yazarı,yapımcılar veya bu alanlarda ilerlemek isteyen adaylar, bu süreçleri tanıyıp, yol almaktadırlar. Yani, projeleri için yapımcı arayan yönetmen-senaryo yazarları, ya da iyi proje,senaryo, yönetmen arayan yapımcılar için bu süreci bilmek çok önemlidir.
Yani 'para yatırmak', 'finans yaratmak' bu süreçlerden sonra ve bir proje projelendirildikten sonra oluşan bir durumdur.
Yapımlab, Türkiye'de 'yapımcılık' anlayışına yeni bir soluk getirmek ve proje yaratıcılarının da sağlam adımlarla kariyerlerini oluşturmalarını sağlamak amacını taşır.
Bunun yanısıra, sinema, edebiyat, psikoloji, felsefe, sosyoloji, alanlarında katılımcıların bilgilenmesini ve gelişmesini hedefler.
Ayrıca, çalışmalara katılanlar ile çalışmalar bittikten sonra her aşamada iletişim halinde olunmaktadır.
10 Aralık 2010 Cuma
BİLGİNİN PEŞİNE DÜŞENLER ve SAHTE KİMLİKLER
Merhaba Sevgili Yapımlab Takipçileri,
Uzun zamandır, yazmak istediğim bir konuyu sizlerle paylaşacağım. Bu gün, yeni yılda yapımlab'da eğitim almaya başlayacak öğrencilerle tanışma günüydü. Yepyeni, heyecanlı ve profesyonel bakış açısına sahip, 'bilgi'nin peşine düşmüş 'özel' kişiler...
'Bilgi'nin peşine düşenler ile, bilgisiz ama 'cahil cesareti'olan 'fark'ın anlaşılması gerek... Beni en çok 'cahillik' ürkütür. Bu yüzden de, bilgisini ve kendini her gün geliştirmek isteyenlere saygım sonsuzdur. Yapımlab,sinema sektöründe 'kendini sağlam bir şekilde konumlandırmak'isteyenlere 'yapımcılık' bilgileri üzerinden eğitim veriyor. Yani, karşılıklı bir emek harcanıyor ve yol aınıyor. Özellikle, uzun dönem katılımcıları için, projelerini somutlaştırmak konusunda önemli gelişmelerin olması hedefleniyor.
Oysa, başka bir tarafta, sadece'gözlem've kulaktan dolma birkaç isim bilgisi ile, sektörde dolaşarak kendini pazarlamaya çalışan insanlar var... Elbette, sektörde bu noktada rekabetten kaynaklanan 'referans almamak' gibi bir alışkanlık olduğundan, bu 'dunning kruger etkisi' taşıyan bu kimseler kendilerine bir yer buluyorlar. (Dunnig-Kruger Etkisi için daha detaylı bilgi isterseniz aşağıdaki link'ten bulabilirsiniz:
http://translate.google.com.tr/translate?hl=tr&langpair=en|tr&u=http://en.wikipedia.org/wiki/Dunning%25E2%2580%2593Kruger_effect )
Aslında bu da, farkında olmadan sektörel yıpranmaya yol açan birşey...Çünkü, akılda sadece 'kötü deneyimler' kaldığından, güvensizlikler ve problemler ortaya çıkıyor.
Uzun yıllardır gördüklerimden ve bizzat yaşadıklarımdan sonra, Yapımlab'ın bu anlamda sektöre gerçekten 'donanmış' kişileri ve projelerin sektöre katılmasına yardımcı olmak gibi bir hedefi var. Ve hatta Zeyno Film, bundan böyle bünyesinde yer alacak kimselerin önce Yapımlab'a katılma zorunluğu var.
Yapımlab, yapımcılık ve bilgi seminerleri dışında, bireysel gelişim üzerine de farklı atölye çalışmalarını çok yakında başlatacak...
Ama lütfen, 'dunning-kruger etkisi'ni okuyun...Verdiğim link çalışmassa, internetten arama yaparak bulabilirsiniz.
Bu, noktada bu tip kimseleri, gerçeğinden ayırabilecek bir bilgiye sahip olun...
Ben 'bilginin değerini bilen ve peşine düşenler' ile yolculuğuma devam edeceğim...
Uzun zamandır, yazmak istediğim bir konuyu sizlerle paylaşacağım. Bu gün, yeni yılda yapımlab'da eğitim almaya başlayacak öğrencilerle tanışma günüydü. Yepyeni, heyecanlı ve profesyonel bakış açısına sahip, 'bilgi'nin peşine düşmüş 'özel' kişiler...
'Bilgi'nin peşine düşenler ile, bilgisiz ama 'cahil cesareti'olan 'fark'ın anlaşılması gerek... Beni en çok 'cahillik' ürkütür. Bu yüzden de, bilgisini ve kendini her gün geliştirmek isteyenlere saygım sonsuzdur. Yapımlab,sinema sektöründe 'kendini sağlam bir şekilde konumlandırmak'isteyenlere 'yapımcılık' bilgileri üzerinden eğitim veriyor. Yani, karşılıklı bir emek harcanıyor ve yol aınıyor. Özellikle, uzun dönem katılımcıları için, projelerini somutlaştırmak konusunda önemli gelişmelerin olması hedefleniyor.
Oysa, başka bir tarafta, sadece'gözlem've kulaktan dolma birkaç isim bilgisi ile, sektörde dolaşarak kendini pazarlamaya çalışan insanlar var... Elbette, sektörde bu noktada rekabetten kaynaklanan 'referans almamak' gibi bir alışkanlık olduğundan, bu 'dunning kruger etkisi' taşıyan bu kimseler kendilerine bir yer buluyorlar. (Dunnig-Kruger Etkisi için daha detaylı bilgi isterseniz aşağıdaki link'ten bulabilirsiniz:
http://translate.google.com.tr/translate?hl=tr&langpair=en|tr&u=http://en.wikipedia.org/wiki/Dunning%25E2%2580%2593Kruger_effect )
Aslında bu da, farkında olmadan sektörel yıpranmaya yol açan birşey...Çünkü, akılda sadece 'kötü deneyimler' kaldığından, güvensizlikler ve problemler ortaya çıkıyor.
Uzun yıllardır gördüklerimden ve bizzat yaşadıklarımdan sonra, Yapımlab'ın bu anlamda sektöre gerçekten 'donanmış' kişileri ve projelerin sektöre katılmasına yardımcı olmak gibi bir hedefi var. Ve hatta Zeyno Film, bundan böyle bünyesinde yer alacak kimselerin önce Yapımlab'a katılma zorunluğu var.
Yapımlab, yapımcılık ve bilgi seminerleri dışında, bireysel gelişim üzerine de farklı atölye çalışmalarını çok yakında başlatacak...
Ama lütfen, 'dunning-kruger etkisi'ni okuyun...Verdiğim link çalışmassa, internetten arama yaparak bulabilirsiniz.
Bu, noktada bu tip kimseleri, gerçeğinden ayırabilecek bir bilgiye sahip olun...
Ben 'bilginin değerini bilen ve peşine düşenler' ile yolculuğuma devam edeceğim...
6 Aralık 2010 Pazartesi
TALLİNN...AVRUPA FİLM AKADEMİSİ...EURIMAGES...ÖDÜL TÖRENİ...
Merhaba Sevgili Yapımlab takipçileri,
Sizlere Tallinn'den yazamadım zira çok uzun bir yolculuk ve çok yoğun bir program içerisindeydim.
3 Aralık günü, İstanbul-Frankfurt ve Frankfurt-Tallinn uçuşlarıyla, yaklaşık 10 saatlik bir yolculukla Tallinn'e vardık. Eşim Selim, her zamanki gibi beni yalnız bırakmadı..Bu arada uçakta Sevgili Alin Taşcıyan ile karşılaşınca, çok keyifli bir yolculuk yaptık. Tallin'e vardığımız ilk akşam, Tallinn Belediye Başkanı'nın, Avrupa Film Akademisi için verdiği davete katıldık. Avrupa Film Akademisi başkanı Wim Wenders, tüm konuklarla davet sırasında ilgilendi...Ardından, şehrin merkezi'ndeki parti mekanına çevrilmiş otopark'ta yapılan 'underground party'ye gittik. İnanılmaz güzel organize edilmişti ve Estonya mutfağından mükemmel yemeklerle donatılmış sofralar, canlı müzik ve bunun yanısıra Avrupa sineması'nın tüm tanıdık simaları... Gerçekten mükemmeldi... Ertesi günkü program çok yoğun olduğundan otele döndük...Bu arada havanın -10 derece olduğunu ve heryerin kar ile kaplı olduğunu belirtmeliyim...
Swissotel'in 18. katında olan odamızın camlarından tüm şehir panoromik olarak gözüküyordu...
Cumartesi sabahı, çok heyecanlı uyandım...Nedeni, akşam ki törendi... Beklenen gün gelmişti ve ilk kez 'kişisel' olarak bir ödül alacaktım. 'En iyi film' ödülü anons edildiğinde pek çok kez sahneye çıkmıştım ama hiç böyle olmamıştım.
Ama öncesinde, 'Estonyalılarla buluşma' etkinliği vardı. Organizasyon, Estonya programı için birkaç seçenek sunmuştu. Seçeneklerden biri de, Estonyalı aileler evlerini açıp, bize öğle yemeği ikram edeceklerdi...Biz de, hiç düşünmeden bu seçeneği istemiştik. Çünkü, özgün bir programdı. Gerçekten de öyle oldu. Bizim şansımız, Estonya'nın çok iyi tanına pop/jazz şarkıcısı bir hanım'ın misafiri olduk. Mükemmel bir menü vardı ve biribirimizi çok sevdik.
Yemek davetinin ardından, otele döndük. Akşam için, Max Factor tüm hanımları hazırladı. Çok önceden o gün sahnede olacak herkes için günler öncesinden makyaj ve saç randevuları ayarlanmıştı. Tabii benim için de...Hep diyorum ya, 'özne' olmaya alışık değilim diye...
Hazırlıklar bittiğinde, arabayla 'kırmızı halı'ya geldik.Ardından salondaki yerimize oturduk ve tören başladı.
Ünlü oyuncu Jean-Marc Barr http://www.imdb.com/name/nm0000852/
sahneye geldi ve benim ödülümü anons etti. Sahneye çıktım...Gerçekten çok heyecanlandım.
Ama ödülümü aldım ve çok mutluydum...
Bütün gece su gibi aktı geçti... Ardından basın toplantısı ve yemek daveti...
Özetle çok güzeldi...
Pazar sabahı, Alin, Selim ve ben bütün günü Estonya'yı gezerek geçirdik. Ardından akşama doğru uçağımıza binmek için yola çıktık...Uzun bir dönüş yolculuğunun ardından İstanbul'dayız...
Sizlere oradan yazamadığım için bu gece seyahtin özetini yazdım...
Şimdi bir rüyadan çıkmış gibiyim...Bundan 10 yıl öncesi Berlin'de katıldığım EURIMAGES toplantısında Türkiye ile çalışmalarında sıkıntılar yaşadıklarını söylüyorlardı. O gün orada çok üzülmüştüm...Ama 10 yıl sonra, tam 10 yıl sonra Avrupa Film Akademisi EURIMAGES Ödülü'nü aldım... Bu yolda yürümekten, işimi inançla yapmaktan, üretmekten çok mutluyum...
Bu ödül,benim için çok önemli bir motivasyon bunun dışında yola devam...
Herkese güzel bir hafta diliyorum...
2 Aralık 2010 Perşembe
YAPIMCILIK ÜZERİNE KISA NOTLAR-2
Merhaba Sevgili Yapımlab Takipçileri,
Bir haftadır toplam 25 saat ders verdim. Benim için gerçekten çok verimli oldu...Dolayısıyla bu gün, 'bütçe yapmak'konusunda derslerde verdiğim örneklerden biraz bahsetmek istiyorum.. Bu hafta, tüm gruplarımla bu konuyu yoğun bir şekilde çalıştık. Bildiğiniz üzere, biz bir 'laboratuvar' çalışması yapıyoruz her İyi bir bütçe yapabilmek, 'evde bir yemek daveti organizasyonu' gibidir. Yani başlı başına bir tasarımdır.Önceden planlanan, programlanan, olasılık hesapları yapılan bir tasarımdır. 'Yemek daveti tasarlamak' örneği bu konuda iyi bir örnektir. Yani alışverişe çıkmadan, davetinizin ne tür bir davet olacağına, kaç kişininin katılacağına karar verirsiniz. Devamında menüyü ve alışveriş listesini oluşturursunuz. Ardından bunu gerçekleştirmek için alışverişinizi yapıp, yemeklerinizi hazırlarsınız ve o yemekleri misafirlerinizle paylaşırsınız. Devamı yemeklerin lezzeti konusunda konuklarınızın yorumuna kalmıştır. eğer organizasyonunuz başarılıysa e bütçenizi aşmadıysanız bunu, tecrübenize, sağduyunuza, bilginize, öngörünüze borçlusunuzdur. Harika bir organizasyon yapıp, bütçenizi aştıysanız, o zaman ön çalışmanızı yeteri kadar yapmamışsınız demektir. Yukarıda yazdığım 'tecrübe' kelimesini önemseyin. Çünkü iyi bir bütçe yapabilmek 'tecrübe ve bilgi' ile çok ilgilidir.'Tecrübe' yani deneyim kazanmanın tek yolu da,uygulama yapmaktan, çalışmaktan, doğru gözlemden geçer. Bu noktada kendi filmini yapmak isteyen herkesin öncelikle 'deneyim'lerinin bir bütçe yapmaya yetip yetmeyeceğini öngörmesi gerekir.
Bütçe yapmak ile filmin maliyeti konusundaki farkların bilinmesi gerekir. Bu da, önemli bir 'bilgi'dir. Çünkü 'bütçe' ve 'maliyet' aynı anlamlarda kullanılmamalıdır.
Belki bunların farkını araştırma fikri bile size çok şey öğretebilir. Ama, şu bir gerçektir ki: Bütçe yapılmadan, bir film yapmaya kalkışmak çok riskli bir iştir.
Bu ikisi kadar, önemli bir konu da devamında gelir: Finans Planı...
Geçtiğimiz hafta, tüm gruplarla bu çalışmayı o kadar güzel yaptık ki, şimdi heyecanla katılımcı arkadaşların getirecekleri bütçeleri bekliyorum. Kimbilir ne güzel katkı ve sonuçlara ulaşacağız...
Sevgili Arkadaşlar,
Bütçe, maliyet ve finans planı üçlüsü, bir 'yapımcı'nın olmazsa olmazlarıdır. Bunların yola çıkarken 'hedef'e uygun olarak iletilmesi ise yapımcının kabiliyetine bağlıdır.
Yapımcı, bir yandan 'yönetmen'e yaratıcılığını en yüksek düzeyde kullanabileceği bir ortamı, tüm olumsuz olasılıkları de hesaba katarak hazırlar. Bu tasarımın önemli bir yükünü bütçe bölümü taşır...İyi bir ekip kurmak, iyi ilişkiler geliştirmek, vizyon sahibi olmak, senaryoyu içselleştirmek gibi kavramların bütçeyle çok yakın ilgisi vardır.
Bu gün sizlere 'bütçe'olgusu konusunda farklı bir pencere açmaya çalıştım...
Bu arada yarın sabah erkenden Tallinn'e gidiyorum. 4 Aralık Cumartesi akşamı, Avrupa Film Akademisi Ödül Töreni'nde ödülümü alacağım. Yarından itibaren 2 gün boyunca size oradan yazmaya çalışacağım...
Herkese çok sevgiler, film dolu günler...
Bir haftadır toplam 25 saat ders verdim. Benim için gerçekten çok verimli oldu...Dolayısıyla bu gün, 'bütçe yapmak'konusunda derslerde verdiğim örneklerden biraz bahsetmek istiyorum.. Bu hafta, tüm gruplarımla bu konuyu yoğun bir şekilde çalıştık. Bildiğiniz üzere, biz bir 'laboratuvar' çalışması yapıyoruz her İyi bir bütçe yapabilmek, 'evde bir yemek daveti organizasyonu' gibidir. Yani başlı başına bir tasarımdır.Önceden planlanan, programlanan, olasılık hesapları yapılan bir tasarımdır. 'Yemek daveti tasarlamak' örneği bu konuda iyi bir örnektir. Yani alışverişe çıkmadan, davetinizin ne tür bir davet olacağına, kaç kişininin katılacağına karar verirsiniz. Devamında menüyü ve alışveriş listesini oluşturursunuz. Ardından bunu gerçekleştirmek için alışverişinizi yapıp, yemeklerinizi hazırlarsınız ve o yemekleri misafirlerinizle paylaşırsınız. Devamı yemeklerin lezzeti konusunda konuklarınızın yorumuna kalmıştır. eğer organizasyonunuz başarılıysa e bütçenizi aşmadıysanız bunu, tecrübenize, sağduyunuza, bilginize, öngörünüze borçlusunuzdur. Harika bir organizasyon yapıp, bütçenizi aştıysanız, o zaman ön çalışmanızı yeteri kadar yapmamışsınız demektir. Yukarıda yazdığım 'tecrübe' kelimesini önemseyin. Çünkü iyi bir bütçe yapabilmek 'tecrübe ve bilgi' ile çok ilgilidir.'Tecrübe' yani deneyim kazanmanın tek yolu da,uygulama yapmaktan, çalışmaktan, doğru gözlemden geçer. Bu noktada kendi filmini yapmak isteyen herkesin öncelikle 'deneyim'lerinin bir bütçe yapmaya yetip yetmeyeceğini öngörmesi gerekir.
Bütçe yapmak ile filmin maliyeti konusundaki farkların bilinmesi gerekir. Bu da, önemli bir 'bilgi'dir. Çünkü 'bütçe' ve 'maliyet' aynı anlamlarda kullanılmamalıdır.
Belki bunların farkını araştırma fikri bile size çok şey öğretebilir. Ama, şu bir gerçektir ki: Bütçe yapılmadan, bir film yapmaya kalkışmak çok riskli bir iştir.
Bu ikisi kadar, önemli bir konu da devamında gelir: Finans Planı...
Geçtiğimiz hafta, tüm gruplarla bu çalışmayı o kadar güzel yaptık ki, şimdi heyecanla katılımcı arkadaşların getirecekleri bütçeleri bekliyorum. Kimbilir ne güzel katkı ve sonuçlara ulaşacağız...
Sevgili Arkadaşlar,
Bütçe, maliyet ve finans planı üçlüsü, bir 'yapımcı'nın olmazsa olmazlarıdır. Bunların yola çıkarken 'hedef'e uygun olarak iletilmesi ise yapımcının kabiliyetine bağlıdır.
Yapımcı, bir yandan 'yönetmen'e yaratıcılığını en yüksek düzeyde kullanabileceği bir ortamı, tüm olumsuz olasılıkları de hesaba katarak hazırlar. Bu tasarımın önemli bir yükünü bütçe bölümü taşır...İyi bir ekip kurmak, iyi ilişkiler geliştirmek, vizyon sahibi olmak, senaryoyu içselleştirmek gibi kavramların bütçeyle çok yakın ilgisi vardır.
Bu gün sizlere 'bütçe'olgusu konusunda farklı bir pencere açmaya çalıştım...
Bu arada yarın sabah erkenden Tallinn'e gidiyorum. 4 Aralık Cumartesi akşamı, Avrupa Film Akademisi Ödül Töreni'nde ödülümü alacağım. Yarından itibaren 2 gün boyunca size oradan yazmaya çalışacağım...
Herkese çok sevgiler, film dolu günler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)