HOŞGELDİNİZ

Yapım Laboratuvarı : Yapımcılık ile ilgili bilmek istediğiniz herşey...Zeynep Özbatur Atakan'ın gözlemleri, deneyimleri, paylaştıkları...

31 Aralık 2011 Cumartesi

YENİ YIL YAZISI...

Merhaba Sevgili Dostlar, Dün sizlere buradan yazmaya ne kadar niyetlendiysem de, günün yoğun programından yazamadım. Ve bugün buradan herkesin yeni yılını kutluyorum. Herkese öncelikle sağlık,mutluluk ve başarı diliyorum.
Giden yıla dair yazmak istediğim en önemli şey, başarılar, ödüller vs... den öte çok özel dostlarımın hayatıma girmesi ve atölyedeki her öğrencimi tek tek tanımanın getirdiği mutluluk diyebilirim. Geçtiğimiz yıl, Yapımlab'da birazı bilgi paylaşımları yaparken, ne kadar güzel zamanlar geçirdiğimi ve öğrencilerimden ne kadar çok şey öğrendiğimi anlatamam. Şimdi hayata 2012 üzerinden devam ediyoruz... Hedefler, stratejiler, sinema sektörü, farklı disiplinlerin sinemaya etkisi, yapımcı nedir, yatırımcı nedir, senaryo nedir, senaryo proje demek değildir, proje projelendirme,festivaller, ödüller vs.... Yani konular aynı...Atölye aynı... Bu arada birazdan bu blogda, 100 soru projesi ile ilgili 1. ve 100. soruyu soran arkadaşları ve ödüllerini açıklayacağım. 100 soru projesinin cevaplarını birkeç gün içerisinde blog'tan duyuracağım. Kaldığımız yerden devam etmek üzere... Sevgi ve dostlukla...

29 Aralık 2011 Perşembe

'YAPIMCILIK İÇİN 100 SORU' Çalışmasında son 5 soruyu bekliyorum...

Merhaba Sevgili Dostlar, 'Yapımcılık için 100 soru çalışmasının son 3 günü ve 95. sorudayız...Son 5 soruyu bekliyorum.Hatta bir sürpriz'de 1. ve 100.soruyu soran 2 kişiye birer adet günlük seminer hediye ediyorum.
Sorularınızı info@zeynofilm.com adresine gönderebilirsiniz. 2 Ocak haftası soruları ve cevaplarını blog'da yayınlayacağım. Soruları soranların isimleriyle birlikte... Sorularınızı beklemeye devam ediyorum.Yukarıda da belirttiğim gibi, 1 Ocak 2012 günü 1. ve 100.soruyu soranları açıklayacağım. Kendileri biere adet 'günlük seminer' e katılma hakkı kazanacaklar...

26 Aralık 2011 Pazartesi

HEDEF'E DOGRU-3 : SİNEMA SEKTÖRÜ'NDE HEDEF BELİRLEMEK VE MOTİVASYON

Merhaba Sevgili Dostlar, Geçen haftasonu Atina'daydım. Hem müzikal yapımcısı bir arkadaşımı yeni gösterisini izledim, hem de Angelopoulos ile çekimler öncesi yapmamız gereken işlerimizi tamamladık. Yani planar, programlar, sözleşmeler... Bu hafta hedef konusu ile devam ediyoruz. Bugün, sinema sektöründe çalışmak ve kariyer yapmak isteyen arkadaşlara önerilerim olacak.
Aşağıdaki maddeleri okuyup, kendinizi gözden geçirmenizi öneriyorum. Özellikle sorunun sektörde olduğunu düşünen sorunun 'dış odaklı' olduğunu kabullenmiş kişiler için bu önerileri geliştirdim. Türkiye'de de sinema sektöründe pek çok sorun var ama pek çok iyi şey de var. Her yıl, yeni pekçok arkadaşımız bu sektörde başarılı üretimlerde bulunuyorlar ve sektöre dahil oluyorlar. Bu noktada, iyi olana odaklanıp, sağlıklı bir plan program yapıldığında adımlarınızı sağlam bir şekilde atmış oluyorsunuz. Benim bugünkü önerilerim şöyle: -Sorununuzu, ya da zayıf yönlerinizin farkına varın,problemlerle yüzleşin... Sorunun nedenini anlamaya çalışın... -Önyargılardan kurtulun, -At gözlüğü takmış düşünceyi farkedin ve vizypn sahanızı genişletin...Gelecek ile ilgili çalışın, dünyanın sosyolojii ve teknoloji ile ilişkisini irdeleyin... -Fikir sahibi olmadan önce araştırın, birden fazla kaynağa ve görüşe başvurun ve devamında kendi'özgün' fikrinizi oluşturun. -Beklenmedik tesadüfi şeylerden bir fırsat yaratma potansiyeli oluşturmaya çalışın... -Farklı disiplinlerden destek alın. -Bu işlerin 'şans' olduğunu aklınızdan çıkarın. -Analiz-değerlendirme-sentezleme yeteneğinizi geliştirin. -Plan program yapın... -Önce sınırlarınız dahilinde başarılı olacağınız bir hedefe odaklanın. Başardıkça kendinize güveniniz gelecektir. -Hedef'e uygun amaçlarınızı belirleyip, buna uygun stratejiler belirleyin. Hedefinize uygun 3 farklı yol belirleyin ve bunları gerçekleştirmek için kendinize gerçekçi zamanlar tanıyın. -Her zaman önceliklerinizi ve yaşamsal ihtiyaçlarınızı çok iyi belirleyin. Sevgili dostlar, bu yukarıda yazdığım maddelerin pek çoğunu uygulamaya aldığınızda, adımlarınızın hızlandığını farkedeceksiniz. Hepinize güzel bir gün dilerim...

20 Aralık 2011 Salı

HEDEF'E DOĞRU 2

Merhaba Dostlar, Hedef konusunu bu hafta işlerken, kendimizi tanımaya devam ederek yola devam ediyoruz. Öncelile üretkenliğimizi engelleyen şeyleri tanımamız gerekiyor. Bu engelleri sıralamak gerekirse: 1-Başarısızlık korkusu 2-Kaliteli düşünceye zaman ayırmamak 3-Motivasyonu düşürecek varsayımlarda bulunmak 4-Gerçekçilikten uzak, çok uzun vadell hayaller kurmak 5-Süreci hesaba katmadan, sonuca odaklı yaşamak 6-Kendisindeki güçlü ve zayıf yanları analiz etmemek Özetle, öncelikle sinema alanında üretim yapabilmek için, kendimizi iyi tanımamız ve önece kendi kişisel hedeflerimizi koymamız gerekiyor. Çünkü kendimizdeki güçlü olduğuna inandığımız yanlarımız kadar, zayıf yönlerimizin farkında olmalı ve uzak hedeflerimizi koyarken bu yanlarımızı gözden kaçırmamalıyız. Zira, gözden kaçırırsak ve bunu analiz edememişsek, bu yolumuzda ilerlerken bize motivasyon kaybettirebilir ve üretkenliğimizi düşürebilir. Sinema alanında bir faaliyet göstermek istiyorsanız. Bu hangi alanda olursa olsun, öncelikle faaliyet göstereceğiniz alanı çok iyi tanımak ve o alanda üretimin hangi yanında bulunmanız gerektiğini belirlemeniz gerekir. Türkiye’de önemli sorunlardan biri, en çok yönetmenlik ve senaryo yazarlığı alanında üretkenlik isteği olduğunu göstermektedir. Bununla ilgili yapılmasını planladığım bir çalışma var ama şu ana kadar bana günlük yapılan başvurulardan 10 tanesinin neredeyse 9’u yönetmen ya da senaryo yazarı olmak konusunda oluyor. Hedef olarak, meslek adı söyleniyor. Ve bu başvuruların pek çoğu da bu eğitimleri almamış kişiler... Hedefim ‘yönetmen olmak’ ya da ‘senaryo yazarı olmak’ diye başlayan bazı cümleler ile geliyor. Oysa ‘hedefim 1 yıl içinde 1 film tamamlamak’ diye belirtse, daha doğru bir hedef tanımı olabilir. Dolayısıyla, öncelikle üretkenliğimizi sağlıklı bir şekilde arttırarak, yani kendimizi analiz ederek hedefe doğru gidebiliriz. Şöyle ki, ‘ben yeni yılın ilk ayında, sinema alanında kendimi eğitmek için 1 film sahnesini, el kameram ve ya cep telefonumla çekip, doğru ve yanlışlarımı belirleyeceğim’ demek, anlamlı ve gerçekçi, bir o kadar da sizi üretkenliğe iten bir hedef konulmuş olur. Dün sizden güzel sorular gelmeye başladı. Hepsine haftasonu cevap vereceğim. Sorularınızı info@zeynofilm.com adresine bekliyorum.

19 Aralık 2011 Pazartesi

'HEDEF'E DOĞRU 1

Merhaba Sevgili Dostlar, Bu haftaya ‘hedef koyma’ konusunu ele alarak başlamak istiyorum. Bu konuyu bu sıralar çok sık ele alacağım... Malum, yeni yıl geliyor, dolayısıyla yeni yıla doğru hedeflerle girebilmenin yolunu bulmaya ne dersiniz. Çünkü zaman hızla akıp gidiyor ve bir yıldan diğerine geçerken, geriye baktığınızda, kendinizin ne kadar geliştiğini görebilmeniz gerekiyor. Ben, ilk öğrencilik yıllarımdan itibaren, 25 yıllık profesyonel hayatımda bu çalışmayı kendi kendime hep yaptım. Bazen ‘hedef’imin ilerisine gittiğimi, bazen geride kaldığımı bazen de tam koyduğum hedefleri tutturduğumu gördüm. Bu herşeyden önce kendimin kendimle olan rekabetini körükledi ve kendimin en acımasız eleştirmeni oldum. Dişarıda kimin ne yaptığı ile hiç ilgilenmedim. Dışarıda yapılan işleri gördüğümde de, yine kendimdeki eksiklere odaklandım. Bir başkasının yaptığı işi anlamaya çalıştım ve olumlu yanlarını taktir etmeyi bildim. Çünkü, ben kendi ‘hedeflerimi’ biliyorum. Yani yolumu biliyorum... Benim derslerime katılanlarla, ilk hafta bu kavramı epeyce irdeleriz. Zira, hedef koymak sadece ‘sinema sektörü’ için değil, yaşamda her alanda yapmamız gerektiğine inanıyorum ben. Aksi takdirde, nereden çıkıp nereye vardığımızı farkedebilmemiz, ya da işimizde nasıl ‘fark yarattığımızı’ anlayabilmemiz çok zorlaşabilir. Genellikle, ilk derslerde ‘hedefiniz nedir?’ diye sorduğumda, gözlemlediğim şeyleden biri, sinema alanında ‘kariyer’ yapmaktan öte, kişisel zafer fotograflarından oluşan ‘iyiniyet’ ifadeleri olduğunu görüyorum. Oysa, hedefler ve buna uygun amaçlar doğru seçilirse, sonunda mutlaka başarı da gelecektir. Bugünden itibaren hedef bulmak konusunda, bazı teknik bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum. Bugünkü konumuz zaman yönetimi: Aşağıdaki 10 prensibi dikkate almanızı öneririm. 1-Kişisel zaman bilinci geliştirin. 2-Uzun vadeli hedef belirleyin (5 yıl sonra kendinizi nerede görmek istersiniz? Ama lütfen bunun cevabı ‘oscar almak’ olmasın...) 3-Orta vadeli planlar oluşturun (2 -3 yıl içinde somut elde etmek istedikleriniz nelerdir?) 4-Bir yıllık hedeflerinizi çok net koyun. 5-Gününüzü iyi planlayın(sizin için gereksiz ilişkileri, zaman kaybettiren şeyleri belirleyin) 6-Ofis çalışma vaktinizi iyi organize edin. 7-Tek başınıza bile olsanız kendinize özel toplantılar düzenleyin... Kendi kendinizi kontrol edebilme becerisi geliştirin. 8-Yapabileceğiniz ve yapamayacağınız şeylerin listesini oluşturun. Yapamayacağınıza inandığınız işlerde bilgiye ve kendinizi geliştirecek çalışmalara başvurun. 9-Ayağı yere basan, somut hedefler koyun. Adım adım gitmeninin tadını çıkarın. 10-Sağlığınıza dikkat edin. Hedefler üzerine gidebilmek için sağlıklı bir beden ve zihine ihtiyacınız var. Zamanınızı doğru planlamaya başladığınızda, hedeflerin konulma meselesi çok daha iyi anlaşılır. Çünkü hedef’in vazgeçilmesi zamandır. Bugünün konusu olan zaman konusunda tuzaklara da düşmemek ve kendimizi kandırmamamız gerekiyor. Bu nedenle, hedef belirlemenin ilk adımı olarak, bugün hayatımızda gereksiz vakit harcatan konuları tespit etmemiz gerekiyor. Bunları tespit ederek çalışmaya başlayabilirsiniz. Hedefe Doğru 1, konusunda bugün zamanımızı temizleme konusunu irdeledik. Bu hafta hedef konusunu işlemeye devam edeceğiz. Bu konudaki sorularınızı bana e-mail ile ulaştırırsanız, ben de sizlere daha yardımcı olacak bilgiler aktarmaya çalışırım...Hem de hoş bir etkileşim olur. Bu konudaki maillerinizi info@zeynofilm.com adresine, konu kısmına hedef yazarak gönderebilirsiniz. Hepinize iyi haftalar...

14 Aralık 2011 Çarşamba

YAPIMCILIK'TA 100 SORU PROJESİ DEVAM EDİYOR...ŞİMDİ DE BENDEN BİR SORU:)

Merhaba Sevgili Dostlar,
sorularınız gelmeye devam ediyor... Herkesin her sorusunu cevaplamak ve bu çalışmayı web platformunda paylaşacağım... Sorular soruları getireceğinden, bu çalışmanın devamı olacak... Hatta bir tanışma toplantısı planlıyorum.
Dolayısıyla hepinizden sorularınızı bekliyorum. Sorularınızı yapimlab@gmail.adresine göndermenizi ve konu bölümüne 100 soru yazmanızı rica ediyorum.

Şimdi benim sizlere bir sorum var. Şöyle ki; YAPIMLAB yeni yılda 'yapımcılık eğitimi'atölye çalışmalarının yanısıra, 1 günlük, bilgilendirme amaçlı, etkileşimi sağlayacak toplantılar ve seminerler düzenlenecektir. Bu konuda, sizin ilginizi aşağıdaki konulardan hangisi çekerdi? Ya da önereceğiniz bir konu var mı?

a-)Dünyadaki festivaller?Festivallerin kriterleri ve öncelikleri?
b-)Ortak Yapım nedir?Dünyada ortak yapım kriterleri?
c-)Bütçe nedir? Ne değildir? Bütçe hazırlama kriterleri?
d-)Proje geliştirmenin önemi ve püf noktaları?

Bu 4 konudan hangisinin öncelikli olmasını isterdiniz?
Bu konudaki görüşlerinizi de info@zeynofilm.com adresine bekliyorum. Maillerin hepsini kendimin okuduğunu da buradan belirtmek isterim...

Bugün hepinizden e-posta bekliyorum.

13 Aralık 2011 Salı

FİLM YAPIMINDA VE PAZARLANMASINDA STRATEJİNİN ÖNEMİ




Bir sinema filmi yapım sürecinde en önemli konulardan bir tanesi ‘strateji’ belirlemektir.

Yapımlab’da yapılan derslerde en önem verilen ‘Proje projelendirme’ çalışmasının temelini oluşturur.

Strateji belirlemeyi ne derece biliyor musunuz? Kısa, orta ve uzun vadeli stratejileriniz var mı? Çok fazla ‘proje projelendirme’ atölyeleri yapan biri olarak, strateji konusunda çok az fikir sahibi olunduğunu görüyorum.,
Genellikle rakiplerin hamlelerine göre mi strateji belirleme eğilimi, var.
Bu nedenle, STRATEJİ konusuna burada biraz değinmek istedim. Biz derslerde uzunca bir süreyi buna ayırıyoruz. Çünkü birazdan aşağıda belirteceğim üzere, strateji yapabilmek için ‘alanıtanımak’ gerekiyor.

Stratejinin ansiklopedik anlamına bakıldığında;
Strateji, latince yol, çizgi veya nehir yatağı anlamına gelen “stratum” kelimesinden çıkmış olup, İngilizcedeki “street” ile akrabadır.

Bir diğer önemli anlamı da antik yunanda kullanılan “stratos” (ordu) ve “ago” (yönetmek, yön vermek) kelimelerinden türemiştir. “ordu yönetmek” ve “yönetilecek ordu” anlamlarına gelen askeri kökenli bir kelimedir.

Tarihte savaş ve politika terimi olarak kullanılmıştır. Zafer için izlenecek yolu ve/veya yöntemi ifade eder.

Strateji kazanmak ile ilgilidir; sınırlı kaynakları etkin kullanarak daha iyi bir pozisyona geçmeyi ifade eder. Kuvvetli bir strateji, başarının temel anahtarıdır.

Strateji, sürekli değişen dış çevrenin fırsatları ve tehlikeleri çerçevesinde amaca nasıl ulaşılacağına ilişkin düzen ve tasarı ile ilgili düşünsel bir işlemdir. Kaynakları fark yaratacak eylemlere yöneltmeyi içerir. “Bu oyunu uzun vadede nasıl kazanırız” sorusunun cevabıdır.

Strateji, bulunduğunuz yerden gideceğiniz yere ulaşmak için neler yapacağınızla ilgilidir.

Bu tanımlamalar ışığında, bir projeye karar verildiğinde, yaptığınız işi ilgilendiren alanlarınızı tanımanız gerekiyor.

Bu nedenle aşağıdaki maddelerin gözden geçirmek gerekir:

• Durum: O anki durum değerlendirmesi ve nasıl geliştiğinin değerlendirilmesi , proje sahibinin kendi durumunu doğru tanımlaması.

• Hedef: Amaçları ve/veya objektifleri tanımlamak. Ulaşmak istenen sonuçlar ile ilgili somut bazı değerler belirlemek. Öznel ve nesnel gerçeğin buluştuğu yer.

• Yol haritası oluşturmak: Varolan durumlar gözönüne alınarak, hedefe ulaşmak için belirlenen yol haritası:


Strateji oluşturuken;
-Mevcut durumu araştır ve tanımla
o Neredesiniz? Kaynaklarınız ne yapmaya yeter? Rakipleriniz ve sektör ne durumda? Tüketiciler ne yapıyor?
-Hedefi belirle
o Nereye varılması gerektiğini bul. Hedef rakamlı, ulaşılabilir, anlaşılabilir olsun.
-Vizyonu ve misyonu oluştur
o Vizyonu tanımla ve amaç hiyerarşisi ile bir misyon bildirisi hazırla
-Projenin güçlü ve zayıf yanlarını analiz et.

-Planlama yap.
Uygulanması gerekenlere karar ver. Tarih sırasına koy. Görev dağılımı yap. Bütçelendir.

Bu çalışmalar yapılmadan bir filmin yapımına başlanması, bir çocuğun ölü doğmasına benzer. Bu nedenle, sinema alanında ‘yapımcı’ olarak üretimde bulunan kişilerin, ‘yaratıcı’ kişilerle birlikte bu çalışmayı gerçekleştirip, beklentilerini net bir şekilde ortaya koyması gerekir.

Özellikle Türkiye’de sinema sektöründe, hedef koymak ve buna uygun strateji geliştirmek konusu, sinema sektörünün geleceği açısından çok çok önemlidir. Bu anlamda, öncelikle işe varolduğumuz sektörü tanıyarak başlanmalıdır. Her aklına fikir gelenin, sinema filmi yapmaya yöneldiği bir ortamdayız maalesef.

Sinema, ciddi ve maliyetleri olan bir iştir. Bu noktada, hayal kırıklıklarını bırakıp, sağlıklı üretimler, yaratıcı çalışmalar yapmak isteniliyorsa, bu alanda her konuyu öğrenilip, doğru analiz ve sentezin yapılması gerekmektedir.

Bu bağlamda, ‘cahil cesareti’ ve ‘romantik’ bazı çıkışlarların hayalden öteye gidemeyeceğini bilmek gerekir. ‘Sinema’ alanında üretimde bulunmak isteyen herkesin, dünyadaki ve ülkesindeki sinema sektörünün nasıl işlediğini, mekanizmaları incelemesi gerekir.

Eğer varolacağınız alanı tanır, kendinizi ve projenizi doğru konumlarsanız, başarı kaçınılmazdır.

9 Aralık 2011 Cuma

PAYLAŞIMLAR-3

Merhaba Dostlar,
bugün yine bir paylaşımımız var. Avrupa'da geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleşen bağımsız dağıtmcılar toplantısında, digitalleşme süreci ile ilgili önemli tespitler yapılmış. Çevirisi Elif İdiz tarafından yapılan bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

Bu arada, '100 soru' çalışması için, sorular gelmeye başladı. Herkesten soru beklemeye devam ediyorum.

AVRUPA BAĞIMSIZ DAĞITIMCILAR TOPLANTISI’NDAN....

Fransız sinemasının öncülerinden Auguste ve Louis Lumiere kardeşlerin evi olan ve onların anısına daha sonra müze haline getirilen Lyon’daki “The Villa Lumiere” (Lumiere Villası), Ekim ayında Europa Distriubtion(Bağımsız Avrupalı Dağıtıcılar Ağı)’ın beşincisi gerçekleşen yıllık toplantısına ev sahipliği yaptı. Toplantı, Avrupa çapında 65 bağımsız dağıtıcının katılımıyla gerçekleşti. Ancak toplantı sırasında Lumiere’lerin The Gardener ve Arrival Of A Train At La Ciotat filmlerinin gösterilmesi bir yana, toplanan dağıtıcıların ilgisi çoğunlukla dijital çağın getirilerine yoğunlaştı.
Dijitalleşme oranın Fransa’da %56, Birleşik Krallık’ta %53, Almanya’da %40 ve İtalya ile İspanya’da ise %30 olduğu belirtildi. Konferansın her yıl olduğu gibi bu yıl da en çok tartışılan argümanı, dağıtıcılara yeni dijital ekipman bütçelendirmesine yardımcı olmaları için empoze edilen VPF(Sanal dijital bütçelendirme) oldu.
Avrupa çapında bağımsız dağıtıcılar, VPF için binlerce ekran yaratmış ve onların gelirini çıkarmak isteyen Arts Alliance, Sony, XDC ve Ymagis gibi firmalarla pazarlık yapmaya mahkum olmuş durumdalar. Birçok bağımsız dağıtıcı, en büyük firmalar tarafından ele geçirilmiş olan bir piyasada haksızlığa uğradıklarına inanıyorlar. İngiliz Dağıtım Firması “Soda Pictures”ın fabrika müdürü Edward Fletcher, “Bazen bana önerilen bir ekranı reddettiğim oluyor çünkü bütçemin VPF’yi karşılayıp karşılamayacağından emin olamıyorum” diyor.
Aralarında Les Films du Losagne, Memento, Le Pacte, Wild Bunch ve Sophie Dulac’ın da bulunduğu 20 Fransız Dağıtıcı Firma, DIRECT adı altında toplanarak VPF’ler ile ilgili kollektif bir pazarlık yapma ortaklığına girişti. Fransız Yasası gereğince, dağıtıcılar dijital ekipmanların kurulumunu takipen 10 yıl içinde VPF’lerin ödemesini yapmak durumundalar. Fakat ücretler ve süre ile ilgili bir takım dalavereler dönüyor. Sophie Dulac Firması’nın dağıtım sorumlusu Eric Vicente’nin belirttiğine göre, geçen yıl Ymagis firması ile yapılan üç haftalık pazarlık sürecinin ardından teklif fiyatı yalnızca %2 oranında düşürülebilmiş. Fakat daha sonra DIRECT kuruluşu devreye girmiş ve yaklaşık %10 ila 15 arası bir indirim sağlanmış.
Konuyla ilgili en büyük açmazlar, dijital ekipman fiyatları, dağıtıcı firmaların dijitalleştirme süreci için ödemeleri gereken yüzdelerin fazlalığı ve son olarak ödeme süreleri. Les Films du Losagne’ın dağıtım yöneticisi Regine Vial, “Dağıtıcı firmalar olarak bizler bu alışverişin %75’ini karşılamamız gerektiğine inanıyoruz. Ancak satış firmaları bizim %85’lik bir pay empoze etmeye çalışıyorlar,”diyor ve ekliyor, “Her iş için gereken ekipman ücretleri kiminle pazarlık yaptığınıza göre 83.000 ile 125.000 Dolar arasında değişiyor. Ama biz bunu taban fiyata düşürmeliyiz”.
Vial’ın söylediğine göre DIRECT, yakın zaman önce Arts Alliance ilebir anlaşma imzalamış ancak hala Ymagis ile hararetli, tartışmalı bir pazarlık süreci içindeymiş. Paris menşeli firma, MK2’lerin yanı sıra 600 adet UGC ekranı dijitalleştirmiş ve şimdi de VPF ile ilgileniyormuş. “Şimdilik Ymagis ile, 31 Aralık’a kadar sürecek olan kısa süreli bir anlaşmamız var. Ancak biz uzun süreli bir anlaşma yapmaya çalışıyoruz” diyor Vial. “Fiyatlardan memnun değiliz ve Ymagis bize 10 yıllık bir geri ödeme planı çıkarıyor. Bu sürecin kısalması gerektiğini düşünüyoruz.”
Konferansın hemen öncesinde Barcelona ve Berlin’de de yerel ofisleri bulunan Ymagis firması, Filmax, Golem ve Vertigo’nun da aralarında bulunduğu 14 İspanyol Dağıtım Firması ile anlaşma imzalamış.
Konferansın ardından Paris’te bir yaptığı konuşmada Ymagis firmasının kurucusu Jean Mizrahi, bir dağıtıcının onun için kullandığı “Fransız dijital sinemasının büyük kötü kurdu” lakabını reddetti. Eclair firmasının eski CEO’su, dört yıllık bir geçmişe sahip olan şirketlerinin birçok Avrupa ülkesinde dijitalleşme sürecine aracılık ve öncülük ettiğini belirtiyor. Bu öncülüğün, geçiş döneminin ardından dağıtıcıları finansal olarak rahatlmaya başlayacağına inanıyor.
Mizrahi, “Bu değişim ve geçiş dönemini bizim gibi özel kuruluşlar sağladı,” iddiasında bulunuyor. Üstelik toplamda 1.400 adet olan Fransa çağındaki dijital ekranların yarısının Ymagis ve rakipleri tarafından üretildiğini söylüyor. Sözlerine iddialı bir biçimde devam ediyor, “Biz itici bir güç olduk. Biz risk almasaydık, bu süreç bir on yıl daha gecikirdi. Avrupa çapında Ymagis için finansal taahhüt yaklaşık 138,7m Dolara ulaştı.”
Avrupa çapında, aralarında hiç gösterişli olmayan Champs Elysees’deki bodrum katı ofislerinin de bulunduğu birçok ofiste 55 kişi çalıştıran şirketin aylık VPF geliri 1,4m dolara çıkmış durumda ve bu meblağ giderek artıyor.
Mizrahi, dijitalleştirme süreci için gereğinden en az ortalama 1,5 kat fazla ücret talep eden üçüncül firmaların bu tavrını kabul etmiyor.
“Bizim yönetim bedellerimiz, binlerce perde aracılığıyla yayılacak. Çünkü biz aslında oldukça komplike bir işin hizmetini veriyor ve bunun karşılığını alıyoruz. Dağıtımcılar, yakında bizi aradan çıkarıp doğrudan kullanıcılarla pazarlık yapmanın çok daha pahalı ve karmaşık olduğunu anlayacaklar. Biz bu işi çok daha ucuza yapıyoruz. Bizim bir sistemimiz var. Aldığımız risk ve verdiğimiz hizmet göz önünde bulundurulduğunda, fiyatlarımız çok makul görünecektir,” diyor Mizrahi.
“Sonuç olarak fiyatlarımız hiçbir zaman tek kopya için 1.400 Doları aşmıyor ki bu özellikle Belçika ve İşviçre gibi ülkelerde bulunan bağımsız dağıtıcıların bu sistem için yapacağı diğer anlaşmaların yarısı fiyatında. Üstelik bu ücret, pazarlık sırasında iyi niyet gösteren dağıtıcılar için daha da azalıyor. Gelecekte bu fiyatlar giderek daha da düşecek.” İşte bunlar Mizrahi’nin sözleri.
Soda Firması’ndaki Fletcher ise İngiliz bağımsız dağıtıcıların Fransız dostları gibi etkin bir piyasaya sahip olmadığını belirtiyor. “Odeon’un bana söylediğine göre, piyasalarının %96’sını stüdyolar oluşturuyor. Bu durum İngiltere’nin bu alandaki durumunu açıkça belli ediyor zaten. Stüdyolar ve temel firmalar VPF anlaşmalarını yaptılar bile. Bu konuda konuşulacak bir şey kalmadı. Kalan %4’lük dağıtıcılar olarak bizler, ki ben bunun %0,02’sini temsil ediyorum, büyük müşteriler için uygun değiliz,” diyor.
Birleşik Krallık’ta dijital sektör, İngiltere’de 210 sinemanın projeksiyonunu kurmuş olan Digital Screen Network(Dijital Ekran Ağı) aracılığıyla, İngiltere Film Konseyi tarafından ele geçirilmiş durumda. Fakat son dönemde birçok sinema bu ekipmanı iade edip daha kazançlı bir VPF sistemi edindi.
Fletcher , “Pek çoğumuz hiçbir şey görmez haldeydik. Sinemaların ekipmanları iade edebilecekleri aklımızın ucundan bile geçmedi ama bunu yaptılar” diyor.
Avrupa’daki bazı bağımsız dağıtıcılara umut verebilecek bir yaklaşım var aslında. Cenevre menşeli Agora Firması’nın İsviçre distribütörü Laurent Dutoit konferansta İsviçre’deki orta büyüklükteki ekranların 1/3’ünü kaplayacak ve böylelikle her türlü aracı kuruluşu devre dışı bırakacak bir şemadan söz etti.
Bu şartlar altında alıcı firmalar, doğrudan dağıtıcılarla görüşüp, devlet destekli borçlarla dijitalleşme sürecini finanse edebilecekler. Bu düzeneğin yaklaşık 12,5m dolar ile 20,8m dolar arasında tutacağı ve altı yıllık bir süre içinde geri ödemesinin gerçekleşeceği bekleniyor.
Konferanstaki birçok dağıtıcı firma bu düzeneği alkışlarken, bazıları da ülkelerinde zaten aracı firmaların piyasayı ele geçirmiş olmalarından yakınarak artık bu durumun değişmesi için çok geç kalındığını belirtti.
Mizrahi’nin bu konudaki yorumu ise “İsviçre çok spesifik bir örnek. Burası küçük, üç dilin konuşulduğu bir toprak. Bakalım bu İsviçre modeli işe yaracak mı. Göreceğiz” oldu.
KAYNAK: SCREEN
YAZAR: MELANIE GOODFELLOW
ÇEVİRİ : ELİF İDİZ

YAPIMCILIK VE 100 SORU PROJESİ VE ZAFER DOĞAN'A SELAM...

Sevgili Dostlar,
dün buradan açıkladığım 100 soru çalışmasına nasıl karar verdiğimi biraz paylaşmak istiyorum.
Ben üniversitede sinema-tv okurken, 'yapımcılık' konusundaki ilk bilgilerimi, çok sevgili hocam rahmetli Zafer Doğan'dan almıştım... Aslında, pek çok konuda beni hem cesaretlendiren, hem de ışık tutan bir hoca olmuştur kendisi... O dönemde pek çok hocamız bizlerin, 'yönetmen' olması ve sektörel anlamda tutucu bir yaklaşımda olmasına rağmen, Zafer Hoca her zaman destekleyici ve cesaretlendirici olmuştu... İşte bu nedenle,ilk profesyonel işim bir reklam filmi setinde yönetmenin çayını hazırlamaktı... Yönetmen ise o günlerde sinema filmlerine ara vererek, reklam sektörüne geçen Sinan Çetin'di... Okulda bu büyük bir 'kınama' halinde karşılandı... Hem arkadaşlarım, hem hocalarım tarafından... Sadece Zafer Hocam dedi ki: 'bir yerden başlaman gerekir, çay meselesi en önemli konu... Yapımcılık, herşeyin doğru kıvamını bulmaktır ve yönetmenin çayını yapan kişi, sette en zor yanına gidilen kişinin hep yanında olur... Bu fırsatı kullan, filmin nasıl yapıldığını öğren...'
Bu konuşmamızın ardından da, şimdi git ve bir film yapımcısı ne yapar kendine 10 tane soru hazırla demişti... Benim 10 soru hazırlamam yaklaşık 5 yılı buldu...Neredeyse tüm ünversite yıllarım... Çünkü, Türkiye'de hiç kapağı açılmamış bir konu, sadece 'sermaye sahibi' gibi algılanan bir durum...Bu soruları o dönemde sadece reklam filmi setlerinde aradım...Çünkü o alanda çalışıyordum ve cevaplarım ona göreydi...
1998 Yılında, reklam sektöründe lider şirketlerden birinin ortağı olarak çalışırken, sinema sektörüne geçme vaktinin geldiğini hissetmiş ve Kutluğ Ataman'ın Lola ve Bilidikid filminin ortağı olmuştum... Berlin Film Festivali'nde Panorama bölümünün açılış filmi olan filmin, prömiyerine gittiğimde, film marketi ve Avrupa sinemasında yapımcılık konusu hayatımın gündemine otudu. Tıpkı,10 yıl önce öğrenciliğimde Zafer Hoca'nın bana verdiği ödevi, kendi kendime verdim. 'Sinemada yapımcılık' nedir? Ne biliyorum... Sanıyorum ilk etapta çok basit gibi görünen 40 civarı soru yazdım, Berlin'den dönüş uçağında...

Bugüne geldiğimizde, bana gelen soruların pek çoğu aynı ve sinema sektöründe bu konuya cevap bekleyen çok soru var...

Ben de düşündüm ki, Sevgili Zafer Hoca'mızın yaptığını ben kamuya açayım... Bu konuda ortak bir platform ve dil tutturalım... Bir iletişim platformu oluşturalım...

...Ve istedim ki, internet ortamında sağlıklı bir etkileşimle, konuşalım, tartışalım, iletişim kuralım... Cesaretlenelim..

Herkese sevgi ve dostlukla:)

7 Aralık 2011 Çarşamba

YAPIMLAB'DAN HERKESE AÇIK ORTAK BİR ÇALIŞMA...

Merhaba Dostlar,

Bu yılı, daha fazla katılım ve bilgi paylaşımı ile kapatmak istiyorum. Bu nedenle ilgili herkesin katılımının olacağı bir çalışma planladım.Bu çalışma tamammen sanal ortamda gerçekleşecek ve daha fazla bilgi paylaşımı olmasını sağlayacak.
Çalışmamız kısaca şöyle:
Yılın sonuna yaklaşırken, 'yapımcılık', 'sinema filmi yapmak' ile ilgili aklınıza takılan ya da cevap bulmak istediğiniz tüm soruları göndermenizi rica ediyorum. Sinema Filmi Yapmak konusunda 100 soruluk bir liste hazırlayacağım ve bu soruların cevaplarını sizlerle payşaşacağım. Hepbirlikte yapacağımız bu laboratuvar çalışması için katkılarınızı bekliyorum.
Sorularınızı yapimlab@gmail.com adresine göndermenizi ve konu bölümüne '100 soru' yazmanızı rica ediyorum. Bu arada bu konu ile ilgili arkadaşlarınızı bu grup ve bu ortak çalışmadan haberdar edebilirsiniz.
Hepinizin sorularını 31.Aralık.2011 gününe kadar bekliyorum.

27 Kasım 2011 Pazar

AVUSTRALYA VE ÖDÜLLER SONRASI










Merhaba Sevgili Dostlar,
Uzun zamandır bu kadar çok fotograf paylaşmamıştım bu blogta... Ama, sizlere birşeyleri anlatırken, biraz da görsel paylaşmak istedim. APSA çok önemli bir organizasyon...ASYA-PASİFİK OSCARLARI denilmesinin nedeni budur. Çünkü bu coğrafyadaki önemli sinema insanlarından oluşmuş bir akademi var. Bu akademinin üyeleri, 70 civarı filmden oylama yöntemi ile 5 adaya indiriyor. Sonrada 6 kişilik başka bir jüri bu adaylar arasından son kararları veriyor. 2008 Yılında Nuri Bilge Ceylan 'Üç Maymun' filmi ile 'En iyi Yönetmen Ödülü'nü kazanmıştı.

Bu yıl,4 dalda adaylığımız açıklanınca,görüntü yönetmenimiz Gökhan Tiryaki ve ben bu kez gitme kararı aldık.

Organizasyon harika şartlarda bizim Avustralya'ya seyahat etmemizi sağladı.

Adayların büyük bir çoğunluğu katılmıştı. Organizasyon orada geçireceğimiz 4 gün için bize harika bir program yapmıştı. Programın içinde, çok özel bir ada gezisi, hayvanlarla buluşma, aborjin el sanatı gibi pekçok etkinlik organize etmişlerdi. Bu arada, tüm adaylara filmleri izleyecekleri bir ortam yaratılmıştı.

İranlı 'Seperation' filminin ekibi, yönetmeni Asghar Farhadi(yukarıda fotografımızı görebilirsiniz) ve başrol oyuncusu Payman Moadi ile çok yakın arkadaş olduk. Yine Muhammed Resulof'un son filminin başrol oyuncusu Leyla Zadeh arkadaşlarımızdan biri oldu. Bu arada Azerbeycan'dan 'en iyi çocuk filmi'ödülünü kazanan 'Buta' filminin yönetmeni Ilgar Najaf hayatımızda hep olacak dostlardan biri arasına girdi.

Tüm bu programlar ve güzel atmosferin yanısıra, ada gezisi sonrası bizi törenin yapılacağı alana götürdüler. Yaklaşık bir saat prova yaptık. Yine yukarıda göreceğiniz üzere, oturacağımız her yere en aza 4 ya da 5 kere oturup kalktık. Ödülü alınca ne yapmamız gerekiyor,sahneye nereden girilip çıkılacak, tek tek anlatıldı. Bu sırada hafif bir strese kapıldığımızı itiraf etmeliyim.

Beni tanıyanlar bilir, tek bir yerde hareket etmeden uzun süre kalamam... Sahne üzerinde 2 saat oturarak, kendi rekorumu kırdığımı söylemeliyim.

...Ve ödül töreni gecesi... Web'den yayınlanan bu ödül törenini isteyenler izleyebilir. Bizim için oldukça güze sonuçlar aldığımız, yani filmimizin 3 ödül kazandığı bu ödül töreninden çok mutlu ayrıldık. Bu geceye dair pekçok fotografı facebook'ta paylaştım...

Sonra yine çok güzel bir yolculukla yurda döndük... Harika bir organizasyondu..

Ama beni mutlu eden bir durum ve teşekkürü buradan paylaşmak istiyorum... Arkamdaki Zeynofilm ve Yapımlab ekipleri, ben yokken muhteşem bir kurumsal performens çıkardılar. İlk kez gözüm hiç arkada kalmadı...

Bunun için, ofisi yöneten Ayşegül Yeşim'e, her işimizin arkasındaki trafiği sağlayan Kemal Yeşim'e, hesap-kitap işlerimizi bir süredir sorunsuz yürümesini sağlayan Hakan Poyraz'a, yapımlab'ın yeni asistanı Liz Doğutürk'e ,hemen hemen tüm işlerimi planlayan bana iananılmaz yardımcı olan baş asistanım Özlem Erol'a ve bazen birbirimizn klonu gibi düşündüğüm, şirketimizin Yetkili Yapımcısı Sezgi Üstün'e çok ama çok teşekkür ederim.

Onlar sayesinde, orada mükemmel zamanlar geçirdim... Bu benim için en büyük 'ödül'dü...

Şimdi, yeniden yoğun programlara dönme zamanı...Herkese iyi haftalar:)

20 Kasım 2011 Pazar

AVUSTRALYA'YA GİDERKEN ve APSA ÖDÜL TÖRENİ

Sevgili Dostlar,

bu akşam uzun bir yolculuk yaparak Avustralya'ya gidiyorum. Nedeni Asya'nın Oscarları olarak bilinen bu ödül ile ilgili, 'Bir Zamanlar Anadolu'da'En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Görüntü Yönetmeni toplam 4 dalda aday...Ödül töreni 24.Kasım.2011 'de yapılacak...Buranin saatiyle sabah 11.00 de aşağıda yazan link'ten izleyebilirsiniz.Ayrıca bu link facebook YAPIMLAB sayfa ve gruplarında var.

Filmi temsilen ben ve görüntü yönetmenimiz Gökhan Tiryaki gidiyoruz. Sevgili eşim Selim Atakan'da bana eşlik ediyor. Yaklaşık 20 saat civarı uçacağız...Ama internete girebildiğim her noktadan sizlere birkaç not göndermeye çalışacağım... Bu bazen blogtan, bazen facebook sayfalarımızdan, bazen twitter'dan olabilir. Çünkü bazen twitter ve facebook'taki sayfaları güncellemek daha pratik olabiliyor.
Şimdilik bu kadar... Gelişmeleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğim...

Asya Pasific Ödüllerini 24 KASIM 2011 günü web'den canlı olarak izleyebilirsiniz:

APSA CEREMONY LIVE WEBCAST - NOVEMBER 24, 2011

Best Feature Film Nominees, clockwise from top left: Bir Zamanlar Anadolu'da (Once Upon a Time in Anatolia), Rang zidan fei (Let the Bullets Fly), Jodaeiye Nader az Simin (A Separation), Band Baaja Baaraat (Wedding Planners), Bé Omid É Didar (Goodbye)
...
The fifth annual Asia Pacific Screen Awards will be beamed live to the world via a real-time webcast on the APSA homepage - http://asiapacificscreenacademy.com/webcast/.

Tune in to see all the action from the 2011 Asia Pacific Screen Awards live after 7:00pm Australian Eastern Standard Time (Gold Coast) on Thursday, November 24, 2011. Some indicative time zones can be found below.

THURSDAY NOVEMBER 24, 2011:

Brisbane/Port Moresby - 7:00 PM
Hong Kong - 5:00 PM
Tokyo/Seoul - 6:00 PM
Bangkok/Jakarta - 4:00 PM
Mumbai - 2:30 PM
Dubai/Moscow - 1:00 PM
Istanbul - 11:00 AM
London - 9:00 AM
Los Angeles - 1:00 AM
Wellington - 10:00 PM
Sydney/Melbourne - 8:00 PMDevamını Gör
The Fifth Annual Asia Pacific Screen Awards - Live Webcast
asiapacificscreenacademy.com
The Asia Pacific Screen Awards is the highest accolade in film for the Asia-Pacific region. Join us to celebrate the best films and filmmakers of the region live from Gold Coast, Australia on November 24, from 7:00pm (Australia Eastern Standard Time). Follow us on Twitter to get live updates from th...

15 Kasım 2011 Salı

PAYLAŞIMLAR-2

Merhaba Sevgili Dostlar,
Ekim ayının Sight and Sound dergisinde okuduğum bir makale 3D teknolojisi ile ilgili bugüne dek bu konuda okuduğum yazılara göre çok farklı bir yaklaşımı vardı. Dolayısıyla
sizler için çevirisini yaptırdık ve paylaşıyorum.
http://www.ianchristie.org/



Sight and Sound
Yazan : Ian Christie
http://www.ianchristie.org/
Çeviren: Elif İdiz


“Avatar” filminin üzerinden iki yıl geçti ancak, macera dolu 3D işler artıkça, izleyicinin rahatsızlığı ve eleştirel kuşkuculuğu artıyor. Ama Ian Christie, üç boyutlu görüntüyü tarihi bir perspektif içinde araştırırken, bu teknolojiyi hemen yermemek gerektiğini söylüyor.


“Geleceğin sineması üç boyutlu mu olacak? Yarın bugünü takip mi edecek?” Bilin bakalım bu soruyu kim, ne zaman sordu? James Cameron mu? Dream Works’ü üç boyuta taşıyan Jeffrey Katzenberg mi? Aralık 2009’da Avatar’ın vizyona girmesi ile birlikte, üç boyutlu filmlerin gişe hasılatından kar sağlayan sinema sektörünün bir CEO’su mu yoksa? Hayır, bunu 1948’deki ölümünden kısa bir süre önce, Sergei Eisenstein yazdı.
3D’nin reklamının, genç sinema izleyicilerinin ilgisini çekmek ya da korsanı engellemek için abartıldığını düşünenler, Eisenstein’ın bu konudaki heyecanını anlayamayabilirler. İlk kez renkli bir film çektikten yalnızca dört yıl sonra, bu yeni teknolojiye böylesine inanma cesaretini O’na ne verdi? Şubat 1947’de, Moskova’da, Rus öncüsü Semyon Ivanov’un ilk renkli üç boyutlu filmi olan Robinson Crusoe’nun prömiyeri gerçekleşiyordu. Ama Eisenstein’ın Ivanov’un filminden çok, görsel geleneğin bin yıldır amaçladığı bir zirve olduğunu düşündüğü üç boyutlu film hakkında söyleyecek daha fazla şeyi vardı.
Eisenstein’a göre, Antik Yunan’daki amfitiyatrolardan Barok Saray Tiyatrosu’na, gençliğinde bir parçası olduğu devrimci Sovyet tiyatrosuna kadar bütün tiyatro geleneğinin başlıca amacı, seyirci ile sanatçı arasındaki bariyeri yıkmaktı. Ama O’nun tezi yalnızca tiyatroyla sınırlı değildi. 1940’ların sinemasında, üç boyutlu araçlar ve derinliği seyirciyele birleştirmeyi amaçlayan film yapımcıları üzerine bir anket yapıldı. Bu ankette Hitchcock’un Spellbound’u ile Powell ve Pressburger’in A Matter Of Life And Death’i gibi filmler de yer aldı.
Üç boyutlu sinema, hiç şüphesiz onların başlıca hedefleri miydi? Eisenstein, buna yalnızca Batılı muhafazakarların muhalefet edebileceğini iddia etti. Yine Eisenstein, bu yazıyı ideolojik Soğuk Savaş’ın başlangıcında ve Hitchcock’un Dial M For Murder filmiyle zirveye ulaşan, 1950’lerin ilk üç boyutlu film dalgası sırasında yazdığını hatırlattı.
Ancak Sovyet zaferciliğini bir kenara bırakırsak, yine de Eisenstein’ın 3D’nin eleştirel kuşkuculuk ile düşmanlık arasında değişen tepkilere yol açtığına dair erken yorumunu, son iki senedir yaşananlara bakarak, kabul etmemek mümkün değil. Muhtemelen bu düşmanlık konusunda en çok sesini duyuranlar editör Walter Murch ile Ocak 2011 tarihli bloğunda “Neden 3D olmadı ve asla olmayacak” başlıklı yazısıyla muhaliflerin lideri haline gelen eleştirmen Roger Ebert oldu.
Ebert’ın öfkelenmesine neden olan Avatar değil, onu takiben ortaya çıkan Michel Gondry’nin “suni” üç boyutlu filmi The Green Hornet idi. “Suni”, burada iki boyutlu çekilmiş bir filmin, post-prodüksiyon aşamasında üç boyutlu efekti kazandırılarak piyasaya sürülmesini anlatmak için kullanılıyor. Üstelik bu, üç boyutlu filmlerin yüksek gişe hasılatlarından sonra birçok önemli Holywood stüdyosunca benimsenmiş bir yöntem haline geldi.
James Cameron Avatar’da, yeni bir dünyanın ortaya çıktığına ve başrol oyuncusunun sanal bir gerçekliğe girdiğine dair bir mizansen tasarlamıştı. Bu mizansen seyircinin algısında, Cameron’un sunduğu üç boyutlu görselliği anlamlı kılıyordu. Belden aşağısı felçli olan eski denizci Jake’in Avatar gezegenine girmesi , bir özgürlük alegorisi oluşturuyordu. Bizim içinse bu alegoriyi oluşturan şey, RealD’nin yeni dünyasına girmekti kuşkusuz. Filmin, kuşatıcı emperyalizme karşı verdiği savaşı görelim ya da görmeyelim…
Öyle görünüyor ki, birçok eleştirmen, seyircinin tepkisinden farklı olarak bu temadan pek etkilenmedi. Ama daha önce 3D üzerine yaptığı yorumlara rağmen, Ebert’in bu eleştirmenlerden biri olmadığını belirtmek gerekir. Sözü geçen bir eleştirmen olarak onun görüşü en heyecan verici yorumlardan biriydi. Filmin “olağanüstü bir eğlence” ve “teknik anlamda bir çığır” olduğunu söyleyerek, “emperyalizm ve savaş karşıtı” bir mesaj içerdiğini belirtti. Ayrıca Cameron’un ölçülü üç boyut kullanımını yücelterek, O’nun asla “dördüncü duvarı rastgele ihlal etmediğini” ifade etti.
İlginç bir şekilde, BFI(British Film Institute) için, İngiliz izleyicisinin Avatar hakkında ne düşündüğü üzerine yapılan yeni bir araştırma, Ebert’in yorumuna benzer bir sonuç ortaya koydu; “Gözümüzü açan bir film”. Onlar için anlamlı olan bir filmi söylemeleri istendiğinde, 2000 kişi arasından 42 kişi Avatar cevabını verdi. (En çok tercih edilen film, 100 kişi ile The King’s Speech oldu. 75 kişiyle Schindler’s List onu takip etti. )
Ankette Avatar’ı tercih eden izleyicilerle ilgili asıl ilginç olan, geniş bir yaş aralığına sahip olmalarıydı. Kırklı ve ellili yaşlarındaki izleyiciler filmin “animasyonu bambaşka bir boyuta taşıdığını” ve üç boyutun duygusal bağı derinleştirdiğini söylediler. Bristol’da yakın zamanda, filmi iki boyutlu ve üç boyutlu izleyenler arasında yapılan bir araştırmada, üç boyutlu izleyenlerin daha çok etkilendikleri görüldü. Gerçek şu ki, Avatar elbette yalnızca 3D’nin sağladığı bir duyusal estetiğe dayanmıyor ancak hiç kuşku yok ki, Cameron’un üç boyutlu dünyaya tüm kalbiyle adanmışlığı, bütün bu öğeleri zenginleştiriyor.


İLÜZYONU SÜRDÜRMEK

Üzücü ve ne yazık ki zarar verici bir biçimde, Avatar’ı takip eden birçok üç boyutlu film, gerçekten bu dünyaya gönül vermiş kişiler tarafından tasarlanmadı. Bu gibi hazırlıksız yapımcıların çabalarını, yeni türemiş bir 3D ekibi sette zenginleştirdi veya post-prodüksiyon aşamasında bu hile gerçekleştirildi ve bu da 2010’un sonu ve 2011’in başındaki gişe hasılatlarında kendini gösterdi. Burton’ın Alice Harikalar Diyarı’nda ve oldukça kötü olan Clash of the Titans filmleri (suni üç boyutlu uygulamanın en açık göstergeleri) etkileyici gişe hasılatları yapmış olabilirler ancak bu işler, 3D teknolojisinin gelecekte yeni bir film dili oluşturabileceği inancını sarstı. Bu anlamda Streetdance ve motorsiklet yarışı belgeseli TT3D gibi daha mütevazı olan “yerel üç boyutlu” İngiliz yapımları, daha umut vericiydi.
Ancak yerel 3D’nin plan ve çekim aşamasının maliyeti oldukça yüksek. Bu alanda bir başka büyük engel ise, film yapımcılarının bu işe yeterince gönül vermemiş olmaları elbette. Beni asıl şaşırtan, üç boyutlu bir başyapıt (The Nutcracker) çektikten sonra, Ebert ve Walter Murch’un yargısına gönderme yaparak bir daha bu formatı kullanmayacağına yemin eden Rus yönetmen Andrei Konchalovsky’yle yaptığım bir röportajdı.
Murch, özellikle Francis Ford Coppola ile çalıştığı The Conversation ve Apocalypse Now filmeri ile adını duyurmuş, oldukça saygı gören bir ses ve görüntü editörü. Ancak aynı zamanda birçok kişi tarafından önemli bir teorisyen olarak da tanınıyor. Murch, Ebert’tan alıntı yaptığı bir yazısında, üç boyutlu görüntünün en büyük sorunu olan matlık ve sönüklüğün bile çözülebileceğini, ancak 3D ile ilgili daha temel bir yanlışlık olduğunu iddia etti. Üç boyutlu görüntü, gözlerimizin farklı noktalara odaklanmasını gerektirse de, üzerinde çalışılması gereken şeyin, ilüzyonu devam ettirmek olduğunu söyledi. Murch, bunun, beynimizin “merkezi işlem birimi”nin gereğinden fazla çalışması anlamına geldiğini ancak bu durumun bazı izleyicilerde şiddetli baş ağrılarına sebep olduğunu söyledi. Ve Murch’a göre bu, 600 milyon yıllık evrimin bizi asla hazırlamadığı çok derin ve ciddi bir sorundu.
Algı mekanizmasıyla ilgili bu çeşit teknik tartışmalar, kuşkusuz herkesi fazlaca etkiledi. Ancak Murch’ın iddiasındaki bu evrime dayalı biyolojik zorluk, yeni algısal perspektiflere adapte olamayacağımız anlamına gelmez. Örneğin bu binoküler (iki gözün birbirinden bağımsız farklı noktaları görmesi durumu) görüntü, maymunların yiyecek bulmalarına yardım etmeye yönelik geliştirilebildi. Söz konusu eski çağlardan bu yana, insanlardaki binoküler görüntü sistemi, birçok farklı duruma uyum sağladı. Televizyon ve sinema ekranı temelli modern yaşantı, buna en iyi örnek olacaktır. Ve bu, kuşkusuz Murch’un iddia ettiğinden çok daha karmaşık bir beyinsel gelişimin göstergesi.
Elbette bütün bunlar, 3D’nin, izleyicilerin %7 ila 10’u arasında renk körlüğü, bazılarında baş ağrıları, çok küçük bir bölümünde ise ilüzyonu görememe durumu yarattığı gerçeğini değiştirmez. Ancak Murch’un iddiası, üç boyutlu görüntünün psikolojik anlamda doğaya aykırı olduğu yönünde. Fakat bilim camiasının Murch’le aynı görüşte olduğundan şüpheliyim. Görme yetimizi destekleyen nöral süreç hakkında bilgimiz arttıkça, birçok karmaşık yeniliğe adapte olmamızın mümkün olduğunu daha iyi kavrayacağız.
Bir zamanlar insanların, trenler hangi hızda giderse o denli hızlı yolculuk edebileceklerinden şüphe edenler gibi, 3D’nin doğaya aykırı olduğu düşünceleri de eskide kalabilir.
Fakat kaçınılmaz bir biçimde doğru olan, iyi tasarlanmamış bir üç boyutlu görüntünün uzmanların deyimiyle “görsel rahatsızlık” ve “zorluk” yaratabileceği gerçeği. Bunlardan ilki sübjektif bir tepki, diğeri ise teknik sahalarda üç boyutlu görüntü kullanan kişilerde oluşan tepkiler anlamına geliyor. Bu durum, üç boyutlu görüntünün algılanmasına izin veren yanıltıcı mekanizmadan kaynaklanıyor. 1890’larda A.S Percival tarafından yapılan vizüel bir araştırmaya göre, iki gözümüz birbirinden farklı düzlemlerdeki objeleri algılıyor, böylece uzak ve yakını görebiliyoruz. Ancak tolere edilebilecek ölçüde iki göz arasındaki ayrılık oranı hala A.S Percival’ın “rahatlık alanı” olarak biliniyor. İşte 3D, bununla ilgili çalışmayı sürdürmeli.
Murch’un haklı olduğu yan, holografik bir görsel algıya sahip olmuş olsaydık, izleyicilerin bu fizyolojik şikayetlerde bulunmayacak olmalarıydı. İşte 3D teknolojisi de tam olarak bunu düzenlemeye odaklanmalı. Elbette kimse o kocaman, rahatsız üç boyut gözlüklerini takmaktan keyif almaz. Ancak duruma bilimsel olarak yaklaşırsak, yapılan araştırmalar, bu efekti hiçbir zaman algılayamayan azınlığın haricinde, iyi tasarlanmış bir üç boyutlu görüntünün kimsede görsel bir zorluk yaratmayacağını ortaya koyuyor.
Ama Katzenberg’in Dream Work için taahhüt ettiği gibi her şeyi üç boyutlu izlemek ister miyiz sahiden? Bazı kişilerin savunduğu gibi gerçekten ya hep ya hiç politikasını mı benimsemeliyiz? Yoksa bu teknoloji, görsel-işitsel(odyovizüel) kültürümüzün sürekli ve anlamlı bir yanı olarak kalabilir mi? İşte tam bu noktada tarihi bir bakış açısı yararlı olabilir. Sinema son yüz yıldır, kabul ettiği gerçeklik olan imajları hareket ettirmenin haricinde en ufak bir gelişime uğramadı. Hatta bu, uzmanların zaten yapmış oldukları şeyleri algılamayı ve kullanmayı sağlayan oldukça yavaş bir süreç oldu.
Ses kaydı, zaten sinemadan 15 yıl önce vardı ve üç boyutlu görüntü çok daha erkenden, 19.yy’ın ortalarından beri, Viktorya Çağı insanlarına optik eğlence sağlıyan bir araç olarak kullanılıyordu. Sinematografinin yaratıcısı olan Louis Lumiere, her zaman hareketli görüntünün üç boyutlu ve renkli olması gerektiğine inanarak, bunu kanıtlayıcı birçok ürün yarattığı 1930 yılına kadar çalışmayı sürdürdü. Lyon’daki Lumiere Enstitüsü, geçen yılki Cinema Ritrovato festivalinde, Bologna’daki Piazza Grande üzerinde gerçekleştirilen muhteşem bir projeksiyonla bu örnekleri göstermeye başladı.
20.yüzyıl boyunca, üç boyutlu görüntü, Viewmaster gibi popüler oyuncakların sağladığı domestik bir eğlence olarak kaldı. Sıradan etkileyici büyük ekran aktivitelerine rağmen, 1940’larda Eisenstein’ı cesaretlendiren dalga gibi, birçok yaratıcı yapımcı ve yönetmen, üç boyutun potansiyelini farklı şekillerde deneyimleme şansına eriştiler.(Elbette Hitchcock’un Dial M For Murder filminde, format alanındaki deneyi göz önünde bulundurulursa, klostrofobik bir konu ve domestik bir cinayet hikayesi seçmesi oldukça anlamlı.)
Avatar’dan nefret edenler ya da onu neredeyse yoksayanları etkileyen şey, yakın zamanda İngiltere’de arka arkaya vizyona giren iki tane 3D belgesel oldu: Werner Herzog’un Cave of Forgotten Dreams’i ve Wim Wender’ın Pina’sı. İki işte de ilginç olan, format ve konu arasında tematik bir bağlantı olması. Herzog, bizi tarih öncesi bir imaj yaratma dünyasına doğru “Jules Verne”vari bir keşfe çıkarırken, üç boyutlu görüntü gerçekten oradaymış gibi hissetmemize olanak sağlıyor. Wenders ise uzaysal bir ilüzyon sağlayarak 3D teknolojisini, yakın zaman önce Birmingham ve Londra’da vizyona girmiş olan 2007 yapımı The Rite Of Spring’le üç boyutlu görüntüyü denemiş olan Klaus Obermair’dan daha akıcı kullanıyor. Çok az kişi, üç boyutlu görüntünün Pina Baush’un zeki ve estetik koreografisini zenginleştirmediğini iddia edebilir. 3D bu gibi yenilikçi özel etkiler yaratmak için ve elbette özellikle doğayla ilgili olan çok geniş bir belgesel yelpazesinde kullanılmalı.
Ama görsel şov gerektirmeyen bir dramatik film için üç boyut teknolojisinin kullanılması gerekli mi? Bu konuyu destekleyici demeçlerin başında, bu yıl Cannes’da Altın Palmiye onur ödülünü alan Bernardo Bertolucci’ninki yer alıyor. Avatar’ı seyrettikten sonra çok etkilenen Bertolucci, 3D’nin neden yalnızca fantezi ve billim kurgu filmleri için kullanıldığını anlamadığını belirtti. Bertolucci, Fellini’nin 8,5’u ya da Bergman’ın Persona’sının üç boyutlu halinin nasıl etkiler yaratabileceğini sorguladı. Her şey planlandığı gibi giderse, O’nun bu alandaki ilk girişimi olan Io e Te isimli filmine, 3D teknolojisi kullanarak derinlik kazandıracağız. Ancak ondan önce, bu sonbahar vizyona girecek olan geniş bir üç boyutlu film listesi var. Scorses’nin Hugo’su, Spielberg’in The Advantures of Tintin’i ve Coppola’nın Twixt’i bu listenin başında yer alıyor.
Koreli bir sinema akademisyenine 3D hakkında bir yazı yazacağımı söyleyip bu konudaki görüşünün ne olduğunu sordum. Cevabı şöyleydi: “Bu, gişeden daha fazla kazanıp herkese yeni televizyonlar satmak için tasarlanan kapitalist bir oyun. Sence de öyle değil mi?” Haklı olduğu doğru ancak aynı şey iki boyutlu sinema için de geçerli değil mi? 3D teknolojisi, görsel-işitsel endüstriye büyük getiri sağlıyor kuşkusuz. Howard Stringer’ın Sony’yi 3D’ye taahhüt etmesi, bu birleşmeyi sağlayabilecek potansiyelin değerlendirilmesi hiç de şaşırtıcı değil.
Ancak bu gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, ben bu konuda Eisenstein’ın, Lumiere’in ve şimdilerde Scorsese’nin ne olabileceğine yönelik tasavvuruna dönmek istiyorum. Hugo, sessiz film uzmanı Georges Melies’in yeniden keşfiyle, sinema büyüsüne yeniden dönecek. Scorses için bu, filmin gerçek ilüzyonunun kaynağına duyduğu hürmeti göstermesi için büyük bir fırsat oldu. Bu sayede Melies’in zamanında yaratmış olduğu büyü, modern seyircinin gözünde 3D ile yüceltilecek. Yarının sineması üç boyutlu mu olacak? Holografik ve interaktif mi olacak yoksa? Neden olmasın?

Alıntı : Sight and Sound
Yazı : Ian Christie
www.ianchristie.org
Çeviri : Elif İdiz

13 Kasım 2011 Pazar

YAPIMCI PROFİLİ ÜZERİNE...

Merhaba Sevgili Dostlar,
Bayram tatilinin ardından Selanik Film Festivali'nde Crossroads ortak yapım toplantılarına katıldım. Her yıl bu tip toplantılara katılmak, benim vizyonumda önemli katkılar sağlıyor. Dolayısıyla, özellikle bu seyahat kuşak olarak daha gençleşen yapımcı profili üzerine ilginç gözlemler yapmamı sağladı. Deneyimli yapımcıların, değişen sektör düzenine nasıl uyum sağladıklarını, yeni formüllleri ve çözümleri bizzat gözlemledim.Özellikle stratejiler konusunda yaptığımız sohbetler, bana büyük zevk verdi.

Özetle yapımcının pek çok şeyi kontrol ederken, dünyadaki ekonomik gelişmeleri ve bir projenin bitiş tarihi hedefini pekçok olasılığı hesap ederek koyması gerekiyor. Bunun devamında da çok sık hedefe uygun ilerleyip, ilerlemediğinin kontrolünü yapması lazım. Elbette yol haritası içinde devamlı strateji üretmesi gerekiyor.
Bu yanındaki ortağıyla yani yönetmen ile uyumun gerekliliğini yanında getiriyor.
Yani eski düzendeki 'parayı veren-patron' konumundaki yapımcı profili artık Avrupa'da neredeyse hiç yok. Toplantılara, sunumlara genllikle yönetmen'de katılıyor. Ancak bunun gerekliliği konusunda çok emin olmamamkla birlikte, yapımcı-yönetmen ilişkisinin bir hiyerarşik durumdan, eşit bir durumda yol almasının çok iyi sonuçlarını bir kez daha bu toplantılarda gördüm. Beni zaten 12 yıldır sistemin böyle olmasını savunanlardan biriyim.

Bu noktada, 'bir senaryom var, para verecek yapımcı arıyorum'cümlesi oldukça eski bir söylem olarak duruyor. Çünkü, artık yapımcı 'bir projeyi projelendirerek somutlaşması için gereken herşeyi organize eden bir ortak' olarak algılanması gerekiyor. Bu bağlamda uluslararası alanda üretilen 'iyi' işlerin arkasında bu otaklıkları görebiliyoruz.

Bir önemli nokta da, bir yapımcının senaryoyu sağlıklı değerlendirebilme durumudur. Bunun için sadece'öznel' değerlerle yol alan bir yapımcı, senaryo konusunda sağlıklı bir değerlendirme yağamaz ve dolayısıyla bütçe-maliyet hesapları, strateji yapma konusunda yanlışlar yapabilir. Bir senaryonun objektif değerlendirilmesi, bu işin birinci şartıdır.

Selanik'teki toplantılarda pekçok yapımcının bütçe ile maliyet konusunda kafa karışıklığı olduğunu gördüm. 17 proje içierisinde neredeyse yarısı bütçe adı altında maliyet hesabı getirmişlerdi. Bu bağlamda, bu farkın çok çok iyi bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak, bir projenin içeriğinin iyi olması kadar, yönetmenin yeteneğinin çok güçlü olması kadar, doğru bir yapımcı ile işbirliği ve bu tarafından projenin sunulmasının önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor.

Dolayısıyla, 'yapımcı'-'yönetmen' işbirliği ve ortaklığı artık daha önemli, projenin geleceğinin en önemli teminatı olarak algılanmalı ve projeler bu işbirliğinin temeli üzerine inşa edilmelidir.

3 Kasım 2011 Perşembe

PROJE PROJELENDİRME NEDİR?

Bir projenin hayata geçebilmesi için yapılan ‘araştırma-geliştirme’ çalışmasıdır. Bu süreçte projenin hayata geçebilmesinin dinamikleri araştırılır.
Bu çalışma,bu dinamiklerin ve kriterlerin devreye girmesi ile projenin hedeflerinin sağlıklı bir şekilde bulunması ve yapım sürecinin stratejisinin oluşturulmasıdır.
Bir projenin projelendirilmesi için aşağıdaki analitik çalışmanın yapılması gerekmektedir.

- Projenin potansiyelini anlamak, hedef belirlemek.
Projenin hedefini belirlemek , proje ile ilgili çıkarılacak yol haritasının ilk gereğidir. Bunun sağlıklı yapılabilmesi için sektörün iç ve dış dinamikleri analiz edilerek, proje ile ilgili kişisel beklentilerin gerçekçi bir düzeye konumlandırılması gerekmektedir.

- Bütçe oluşturma
Belirlenen hedef doğrultusunda, senaryo ile ile bağlantılı olarak bütçe ve maliyet hesabının yapılması.

- Finans planı mantığı
Hazırlanan bütçeye uygun finans planının zamansal boyutuyla hazırlanması ve prodüksiyonun temel kaynaklarının yaratılması üzerine stratejiler geliştirilmesi.

- Prodüksiyonun temel yapısının oluşturulması
Amaca ve konuya göre konulan hedefe uygun çalışma planının çıkarılması ve temel yapı içerisine oturtulması.

- Prodüksiyonun gerçekleşebilmesi için uygun stratejilerin belirlenmesi
Yapımın gerçekleşeceği koşulların alternatifli olarak, çeşitli kriterler ve format seçimlerine göre fizibilitesinin çıkarılması.

- Tüm bilgilerin gözden geçirelerek, yapılacak başvurular için gereken bilgilerin toplanarak, aksiyon planı oluşturma çalışması
Tüm veriler toplandıktan sonra, filmin finans kaynakları için yapılacak başvuruların hazırlanma ve takip sürecini gerçekleştirilmesi.

Yukarıda yazılı kriterlerden geçtikten sonra, projeniz için sağlam temelleri, en başta atmış olursunuz. Devamında, sürpriz ve ya krizlere karşı her türlü önlemi almış olursunuz. Bu şekilde plan, program yapılmadan sadece ‘iyi niyet’ ile yapılmış ve başlanmış projelerin pek çoğunun hayal kırıklığına uğraması doğal bir sonuçtur. Plansız başlanan bir proje, depreme dayanıklılığını araştırmadan, gereken önlemleri almadan yapılmış binaların, ilk darbede yıkılmasına benzetilebilir.

Bu nedenle, her proje sahibinin, projesinin güvendiği bir yapımcı ile birlikte, ya da kendisi bir yapımcı gibi de düşünerek, projelendirmesi gerekmektedir.
Bu sürece, ‘PROJE PROJELENDİRME’ süreci denir.

2 Kasım 2011 Çarşamba

YAPIMLAB'dan bazı hatırlatmalar...

Merhaba Sevgili Dostlar,
Yapımlab'da çok yoğun bir şekilde atölyeler devam ediyor. Bu yıl açtığımız 'proje geliştirme' atölyesinin pek çok katılımcısı harıl harıl projelerinin sunumlarını hazırlıyorlar... 'Uzun Dönem Temel Yapımcılık Atölyesi'ile katılımcıları ile her hafta büyük bir zavkle çalışıyor, öğreniyor ve deneyimliyoruz.

Kasım ayında,yeni açılacak olan 'uzun dönem yapımcılık atölyesi' haftasonu grubu için kayıtlarımız dolmak üzere... Son birkaç kontenjanımız kaldı...

Ve de, bir sinema filminin en önemli güçlerinden biri, SENARYO ile ilgili, çok yararlı bir atölye açılıyor, 'BURAK GÖRAL SENARYO ATÖLYESİ'... 16 Kasım'da başlayacak, kayıtlar başladı.

Son olarak 'HARİKA UYGUR ile OYUNCU SEÇİMİ SIRLARI' devam ediyor.

Hepsi ile ilgili bilgi almak için, 0 212 252 4556 'da Ayşegül Yeşim'i arayabilirsiniz..

1 Kasım 2011 Salı

PAYLAŞIMLAR-1

Sevgili Dostlar,
Bundan sonra, her hafta salı günleri sizinle bazı paylaşımlar yapacağım. Bu bazen bir güncel bir sinema dergisinden sizin için çevirisi yapılmış bir haber, bazen bizzat içinde olduğum bir festivalden sizin için bir gçzlemimi paylaşacağım... Bu salı köşesinde konuklar ağırlayıp, dünya sineması ile ilgili çeşitli bilgilenmeler yaşayacağız.
Geçen hafta Londra Film Festivali'ndeyken çok sevdiğim ingiliz sinema magazini 'little white lies' festival çantasına konmuştu. Pek çok haberin yanısıra, Film Therapy bölümünde Lars Von Trier ile son filmi üzerine ve Cannes'da yaşadığı 'istenmeyen adam' konusu ile ilgili bir ropörtaj vardı. Ben de sizler için çevirisini yaptırdım. Aşağıda okuyabilirsiniz...

Lars Von Trier
Film Terapisi

Filmleri:
Melankolia (2011)
Deccal (2009)
Emret Patronum (2006)
Manderlay (2005)
Dogville (2003)
Karanlıkta Dans (2000)
Gerizekalılar (1998)
Dalgaları Aşmak (1996)


Jonathan Crocker


LWLies'ın Lars von Trier ile en son görüşmesinin üzerinden iki yıl geçti. O zamandan bu yana sanat sinemasının depresif, dahi kötü çocuğu oldukça yoğun bir dönem geçirdi. El parmaklarının eklem yerlerine dört harfin dövmesini yaptırdı ('F', 'U', 'C', 'K'). Dünyanın sonuyla ilgili Melankolia adlı bir film çekti. Ve basın toplantısında birden bire Nazileri desteklediğini söyleyerek, Cannes Film Festivali'nden kovulmayı başardı ("Ne diyebilirim ki? Hitler'i anlayabiliyorum..."). Özetle Mayıs ayında Trier ile bir araya geldiğimizde konuşacak çok şeyimiz vardı.

LWLies: Evet görünüşe göre, Nazileri desteklediğiniz yönündeki sözleriniz bir şakadan ibaretmiş.
Von Trier: Ben Mel Gibson değilim. Kesinlikle Mel Gibson değilim. Onun tam zıttıyım. Bu lanet toplama kamplarının hepsine gittim ve bu konuyla da gerçekten çok ilgiliyim. Bana göre, Yahudi Soykırımı insanlığa karşı bugüne kadar işlenmiş en büyük suçtur.

Ama bu şaka yanlış yerlere çekildi, di mi?

Ben her zaman espri yaparım... Ve gazetecilerin bu espriyi komik bulmasalar bile niyetimin ne olduğunu anlamaları gerekiyor... Bu, beni koymamaları gereken bir yere koymalarından kaynaklanıyor. Ancak ne isterseniz onu yazın. Bir laf vardır: "Kendinizi mürekkep hokkasının içinde temizleyemezsiniz."

Peki sizce neden buna aşırı tepki gösterildi?

Bu konu, Cannes'da oldukça hassas. Çünkü Fransızlar geçmişte Yahudilere çok zulmetmişler.

Tehlikeli şeyler söylüyorsunuz...

Benim her lafım tehlikelidir.

Festivalden ihraç edildiğinizde ne hissettiğiniz?

Resmen "persona non grata" ilan edildim (ÇN: diplomaside istenmeyen adam teriminin Latincesi. Bir ülke bir kişiyi persona non grata ilan ederse o kişi o ülkeden sınırdışı edilir ve bir daha giriş yapamaz). Ve sanıyorum Cannes tarihinde bu daha önce yaşanmamış bir şey. İstenmeyen adam olmaktan büyük gurur duyuyorum. Daha önce hayatımda hiç istenmeyen adam olmadım ve bunun bana yakıştığını düşünüyorum. Cannes Film Festivali'ne çok saygı duyuyorum. Ama bana çok kızdılar.

Bu sözleri sarf ettiğiniz için pişman mısınız?

Yanlış anlaşıldım ama bu, anlaşılabilir bir yanlış anlama. Bana kızgın olabilirsiniz, çok da umurumda değil. Belki de bu yüzden ağzımı bir şeyle kapatıp beni küçük bir kafesin içine koyup basın önüne çıkarmalılar. Çünkü bu çok daha adil olur.

Bu olayın dikkatleri Melankolia'dan uzaklaştırdığını düşünüyor musunuz?

Evet ve bu çok aptalca. Kimse filmden bahsetmiyor ve ben de artık filmi pek iplemez oldum. Çok yoruldum.

Melankolia'yı çekmeniz depresyonla mücadelenizde yardımcı oldu mu?
Hayır, yardımcı olduğunu sanmıyorum. Eğer depresyondaysanız bunun tek tedavisi iki saniyeliğine yataktan çıkmaktır. Ve ertesi gün üç saniyeliğine çıkarsınız. Eğer yaratıcılık gerektiren bir işiniz varsa, size yardımcı olur. Başka bir deyişle yaşadığım bu krizi malzeme olarak kullandım.

Bu filmle ilgili fikir nereden geldi?

Sanırım adıyla çok ilgili. Ağızdan çok güzel çıkan bir kelime. Ve melankoli, hem sanat hem de hayatın birçok alanı için çok önemli bir unsur. O dönem niyetim benimle temasa geçmesi üzerine görüştüğümüz Penelope Cruz için bir film yazmaktı. Ve ona, birlikte yaptığımızda ilginç olabilecek bir şeyler yazmanın yolunu bulacağımı söyledim.

Penelope hakkında ne düşündünüz?

Çok, çok hoş bir kız. Benimle çalışmayı çok istiyordu ve ben de bundan çok onur duydum. Birçok filmini gördüm ve şahsen de tanıştık. Senaryonun çok büyük bölümü onunla birlikte çalışırken ortaya attığımız fikirlerden oluşuyor. 'Ne yapmaktan hoşlanırsın' diye sordum. Elimde bir atın bir yere gitmemek için direnmesi ve bunun için dayak yemesiyle ilgili bir sahne vardı. ‘İlginç. Ben çok iyi at binerim’ dedi. Yani aramızda ufak bir bağ oluşturduk.

Filmde olmadığı için üzgün müsünüz?

Olmadığı için çok da üzülmedim çünkü o zaman başka seçenekler ortaya çıkıyor. Ve sonra ben de Kirsten'i buldum ve bence çok iyi bir iş çıkardı.

Kirsten neredeyse Penelope'nin tam zıttı ama?

Evet, evet. Ama üzerinde konuşmamamız gereken bir olay gibi bazı durumlarda dirençle karşılamak iyi oluyor. Ve bu filmdeki direnç noktası da Penelope için yazılmış ancak onun oynayamamış olması. Böyle durumlarda unsurlar arasında bir çatışma yaşanıyor ve bundan yeni bir şey ortaya çıkıyor.

Kirsten kısa bir süre önce rehabilitasyondan çıktı. Kendine ait özel bir melankoli anlayışı olduğunu düşünüyor musunuz?
Ah kesinlikle. Depresyonda mıydı bilemiyorum ama bu olguyu çok iyi biliyordu. Dönüşümü göstermek gerçekten zordur. Çünkü bu melankolik ruh hali içinde olduğunuzda genellikle gülümsersiniz. Ama bu gülümseme farklıdır. Gözlerine baktığınızda hiçbir şey görmezsiniz. Ve bence bunu çok iyi ortaya koydu.

Depresyon nedeniyle şu anda herhangi bir ilaç kullanıyor musunuz?

Depresyon için hafif bir hap alıyorum. Eskiden çok ağır bir ilaç alırdım ve alkolle birlikte içince de etkisi dörde katlanırdı. Ve eğer içtiğim ilacın ne olduğunu bilseydiniz dörde katlanmasının etkisinin de ne kadar büyük olduğunu anlardınız.

Melankolia'da 19. deliği olan bir golf sahası var. Bunu anlatabilir misiniz?

Evet. 19. delik! Şu an tam olarak oradayım! Arafta… (ÇN: Golf sahalarında genellikle 18 adet delik bulunuyor. 19. delik tabiri, oyun bittikten sonra tesisten ayrılmadan, kulüp binasında ya da tesisteki barda bir-iki kadeh bir şey içmek anlamına geliyor. Filmde de evin sahibi golf sahasında 18 delik olduğunu söylemesine rağmen, daha sonra kadın karakterin sahadaki 19. deliğin bulunduğu yerden geçtiği görülüyor)

Şu anda Martin Scorsese ile film çekme sürecinde engeller çıkardığınız "Lars Von Trier'den Beş Engel" filmi üzerinde çalışıyorsunuz. Bundan bahsedebilir misiniz?
Henüz başlamadık. Bu gerçekten zor bir iş. Belki siz bana biraz akıl verirsiniz. Hayatı boyunca kendini hiç engellememiş bir adama engel çıkartmak gerçekten zor. O kadar farklı şeyler yapıyor ki… Bilemiyorum. Oturup konuşacağız. Belki o bana engeller çıkartır.

Bize ne gibi bir nasihatta bulunursunuz?
Her şey sonunda cehenneme gidecek ama tüm yol boyunca gülümsüyor olmamı gerek.

Kaynak : Little White Lies- www.littlewhitelies.co.uk
Ropörtaj : Jonathan Crocker
Çeviri : İrem Köker

31 Ekim 2011 Pazartesi

ANGELOPOULOS İLE MEKAN ARAŞTIRMASI...

Merhaba Sevgili Dostlar,
Dün  Zeyno Film ekibi ve Angelopoulos İstanbul'da mekan araştırması yaptı... Oldukça yoğun geçen bir günün sonunda, soluğu Beyoğlu'nda Prokopi Restaurant'ta aldık... Geceden bir anıyı sizlerle paylaşıyorum.

Şu anda paylaşmak istediğim birkaç detay:

-Proje Yunanistan-Türkiye-İtalyan ortak yapımı olacak.
-Çekimler Araklık'ta başlayacak...
-Yunanistan'da başlayacak olan çekimlere, Türkiye'den bir ekip te katılacak.
-İstanbul planları Şubat ayında çekilecek...
-İstanbul çekimleri için Yapımlab'da ayrıntılı bir çalışma yapılacak... Ana ekibin dışında şu an halihazırda eğitim gören katılımcılardan kurulacak ekibe özel bir eğitim verilecek.

Proje ilerledikçe daha çok bilgiyi buradan paylaşacağım...

Herkese güzel bir hafta dilerim...

29 Ekim 2011 Cumartesi

Theo Angelopoulos ile çalışmak...

Merhaba Sevgili Dostlar,
Yoğun iş temposu ve 'Bir Zamanlar Anadolu'da' ile ilgili Oscar çalışmaları devam ediyor... Ama bir taraftan da, önümüzdeki yıl yani 2012'de projeleriniz neler sorusuna verdiğim cevaplardan biri, Theo Angelopoulos'un yeni projesinin 'ortak yapımcısı' olacğım bilgisiydi... Bugün, sizlerle  bunu paylaşmak istedim... Aslında bu süreç şöyle başladı:
Önce Aslı Selçuk beni arayarak, ortak yapımlar konusunda ne düşündüğümü sordu ve Theo Angelopoulos'un benimle bağlantıya geçmek istediğini belirtti.  Ardından hemen e-posta kutuma Angelopoulos isimli bir mesaj düştü...  Heyecanlı bir şekilde e-postayı açıp hızla okudum. Yeni projesi için Türkiye'den  ortak yapımcı olarak benimle çalışmak istediğini yazıyordu. Bu çok onur verici birşey olmanın yanısıra müthiş heyecanlı yeni bir sürecin, deneyimin, yolculuğu olacakmış gibi geldi bana...
Devamında kendisinden projesini ve tretmanını istedim. Senaryoyu da kapsayan bir proje dosyası birkaç gün sonra bana ulaştı... Hızla değerlendirip, kendisiyle çalışmaya hazır olduğumu, ortaklık detaylarını konuşmamız gerektiğini yazdım... Ve geçtiğimiz Nisan ayında Bay Theo 1 günlüğüne toplantı yapmak üzere İstanbul'a geldi... Birlikte pek çok detayı konuştuk, el sıkıştık ve Cannes'da yapacağımız sözleşme üzerine konuşmak üzere anlaştık. Çünkü Theo Angelopoulos'un ana yapımcısı Phobe aynı zamanda eşi...  Ardından Cannes'da 2 yapımcı olarak el sıkıştık ve çalışmaya başladık...

Bugün Theo Angelopoulos İstanbul'a geliyor... Çünkü filmin birkaç sahnesi  Türkiye'de çekilecek... Bunun için bu hafta yoğun bir çalışma yapıldı... Bugün ve yarın mekanlar gezilecek...vs... Yani çok zevkli bir süreç başlıyor... Bu kez çok güçlü bir ekibimde var... Sevgili Sezgi Üstün, önce Yapımlab'da öğrenci ardından uluslararası satış-pazarlama ve festivallerden sorumlu yapımcımız, bu projenin sorumlu yapımcısı, yine yapımlab öğrencilerinden Özlem Erol hepimizin sağ kolu olarak projenin asistanı oldu... Ve de son birkaç gündür, mekanları bulmak için İstanbul'un altını üstüne getiren Yapımlab öğrencilerinden Seçil Serpil var...

Ben ise öğrenciliğimde, filmlerini izleyerek çok şey öğrendiğim yönetmen Angelopoulos ile çalışıyor ve yeni deneyimlere doğru yolculuk yapmanın heyecanını yaşıyorum.

Bu süreci sizlerle buradan paylaşmaya devam edeceğim...




13 Ekim 2011 Perşembe

Senaryo Buluşmaları 2011 Seminer Programı’nın başlangıç tarihi değişti, buluşmalar 22 Ekim’de başlıyor!


Senaryo Buluşmaları 2011’e kayıt süresi katılımcılardan gelen yoğun istek üzerine iki hafta uzatıldı, kayıt olma şansınız hala devam ediyor.

Yavuz Turgul, Mahinur Ergun, Haluk Ünal, Zeynep Özbatur Atakan, Sertaç Ergin, Cem Özkan ve Bülent Emin Yarar gibi usta isimler, Senaryo Buluşmaları 2011’de; sinemaya ilgi duyan, senarist olmak ya da film yönetmek isteyenlerle  22 Ekim’de buluşmaya başlayacaklar.

Daha önce 8 Ekim Cumartesi olarak duyurulan başlangıç tarihi, araya giren bayram tatili nedeniyle,  katılımcılardan gelen yoğun istek üzerine 22 Ekim Cumartesi gününe ertelendi. Seminer programını kaçırdım diyenlerin üzülmesine bu yüzden hiç gerek yok, kayıt yaptırmak için şansları sürüyor.

Senaryo Buluşmaları 2011 etkinliği, atölye ve seminer olarak iki ayrı formatta yapılacak. “Üç Maymun, İklimler, Bir Zamanlar Anadolu’da” gibi filmlerin yapımcısı Zeynep Özbatur Atakan’ın kurduğu YAPIMLAB’ın gerçekleştireceği Senaryo Buluşmaları 2011’de iki etkinlik olacak: Senarist ve yönetmen Haluk Ünal’ın ders vereceği Temel Tasarım Senaryo Atölyesi ve sinema dünyasının önemli isimlerinin katılacakları Senaryo Buluşmaları seminerleri. İsteyenler her iki programa birden ya da atölye ve seminer çalışmalarından seçecekleri herhangi birine katılabilecekler.

 
Ustalar, Senaryo Buluşmaları 2011’de.

YAPIMLAB tarafından Senaryo Yazarları Derneği (SENDER) desteğiyle düzenlenen Senaryo Buluşmaları 2011 Seminer Programı’nın takvim ve konu başlıkları şöyle:

22 EKİM- ZEYNEP ÖZBATUR ATAKAN/ YAPIMCI GÖZÜYLE SENARYO
29 EKİM- CEM ÖZKAN /MÜZİSYEN GÖZÜYLE SENARYO
12 KASIM-MAHİNUR ERGUN /SENARYO YAZARI GÖZÜYLE DRAMA
19 KASIM-BÜLENT EMİN YARAR / OYUNCU GÖZÜYLE SENARYO
26 KASIM-YAVUZ TURGUL /YÖNETMEN GÖZÜYLE SENARYO
3 ARALIK- SERTAÇ ERGİN  / SENARYO YAZARI GÖZÜYLE  KOMEDİ

Bilgi ve ayrıntılar İçin Özlem Tatlıcan’la iletişime geçilebilir.

Facebook: “Senaryo Buluşmaları”



 
Haluk Ünal’la Temel Tasarım Senaryo Atölyesi

YAPIMLAB bünyesinde gerçekleştirilecek olan Haluk Ünal Temel Tasarım Senaryo  Atölyesi  ise 23 Ekim Pazar günü, İstanbul Cihangir’deki YAPIMLAB binasında başlayacak. Geçen kış vizyona giren Saklı Hayatlar’ın senaryo yazarı ve yönetmeni Haluk Ünal’ın gerçekleştireceği atölyede mesleğe ilgi duyanlara, uygulama esaslı ve ürün odaklı olarak senaryo yazımı anlatılacak.

Bilgi ve ayrıntılar İçin Özlem Tatlıcan’la iletişime geçilebilir.

Facebook: “Senaryo Buluşmaları”


22 Eylül 2011 Perşembe

SENARYO BULUŞMALARI 2011 BAŞLIYOR!

“Senaryo Buluşmaları 2011” 8 Ekim’de Başlıyor

Yapımlab tarafından düzenlenen Senaryo Buluşmaları 2011’de,  sinemanın ustaları; sinemaya senaryo penceresinden bakmak ve senaryo yazmak isteyen sinemaseverlerle bir araya geliyor.

"SENARYO BULUŞMALARI 2011"  etkinliği, atölye ve seminer olarak iki ayrı formatta yapılacak. “Üç Maymun, İklimler, Bir Zamanlar Anadolu’da” gibi filmlerin yapımcısı Zeynep Özbatur Atakan tarafından kurulan YAPIMLAB bünyesinde gerçekleşecek olan "SENARYO BULUŞMALARI 2011" de hem Haluk Ünal tarafından verilecek “Temel Tasarım Senaryo Atölyesi” hem sinema dünyasının önemli isimlerinin konuk olacağı seminer programı sinemaseverlerle buluşacak.  İsteyenler her iki programa birden veya atölye ve seminer çalışmalarından seçecekleri herhangi birisine katılabilecekler.

Senaryo Buluşmaları 2011 Seminer Programı

Yavuz Turgul,  Zeynep Özbatur Atakan, Mahinur Ergun, Sertaç Ergin (Kuledibi Yazı Grubu), Cem Özkan ve Bülent Emin Yarar gibi usta isimler bu dönemki seminer programının konukları…
Yavuz Turgul, yönetmen gözüyle senaryo, Bülent Emin Yarar oyuncu gözüyle senaryo, Cem Özkan müzisyen gözüyle senaryo, Mahinur Ergun senaryo yazarı gözüyle  drama, Sertaç Ergin (Kuledibi Yazı Grubu) senaryo yazarı gözüyle komedi, Zeynep Özbatur Atakan yapımcı gözüyle senaryoyu anlatacak, teknik senaryo eğitiminin yanı sıra bir senaryoya değişik açılardan nasıl bakılacağını öğrenmek isteyen katılımcılarla deneyimlerini paylaşacaklar.

8 Ekim 2011’de başlayıp 12 Kasım 2011’de  tamamlanacak olan  seminer, tüm katılımcılara açık: Sinema ve televizyon sektörü içinde olan ve senaryo bilgisini artırmak isteyen senaryo yazarları, yönetmenler, prodüktörler, oyuncular… Halen senaryo gruplarında çalışan ve kendini geliştirmek isteyen senaryo yazarları… Amatör senaryo yazarları… Reklam, halkla ilişkiler, gazetecilik gibi komşu sektörlerden gelen ve senaryo öğrenmeye niyetli kişiler. Hiç senaryo yazmamış ama bu işe başlamak isteyen gençler… Kısacası tüm sinemaseverler…

“SENARYO BULUŞMALARI 2011” Sinema Meslek Birlikleri Merkezi Güç Birliği binasında  her cumartesi 11:00-14:00 arası yapılacak.     Adres: Ergenekon Cad. No. 10 Harbiye / Şişli / İstanbul

Bütün çalışmalar için gerekli bilgi ve ayrıntılara  0 533 315 59 85 no’lu telefon ve perizan.ozlem@gmail.com- Özlem Tatlıcan’dan ulaşabilirsiniz.



Senaryo Buluşmaları 2011
Temel Tasarım Senaryo Atölyesi

Yapımlab bünyesinde gerçekleştirilecek olan Haluk Ünal- Temel Tasarım Senaryo  Atölyesi
8 Ekim Cumartesi günü  YAPIMLAB ‘de başlıyor.  Geçen kış aylarında vizyona giren  “Saklı Hayatlar” ın  senaryo yazarı ve yönetmeni Haluk Ünal  tarafından yapılacak ve  mesleğe ilgi duyanlara, uygulama esaslı ve ürün odaklı olarak senaryo yazımının anlatılacağı atölyenin yeni dönemine kayıtlar başladı.

“İyi bir senaryo için iyi bir film öyküsü, iyi bir film öyküsü için de çok güçlü bir film fikrine sahip olmalısınız” prensibinden hareket eden sekiz haftalık atölyelerde; katılımcıların uygulama içinde güçlü bir film fikri yaratmalarının ve bu fikirden iyi bir hikaye geliştirmelerinin yol ve yöntemlerini fark etmeleri amaçlanıyor. Atölye YAPIMLAB merkez binasında gerçekleştirilecek.  Adres: Cihangir Cad. Derya Palas apt.No.34 D:2 CİHANGİR/BEYOĞLU

Bütün çalışmalar için gerekli bilgi ve ayrıntılara  0 533 315 59 85 no’lu telefon ve perizan.ozlem@gmail.com- Özlem Tatlıcan’dan ulaşabilirsiniz.

Atölye Facebook grubu : https://www.facebook.com/groups/178124502265438/