HOŞGELDİNİZ

Yapım Laboratuvarı : Yapımcılık ile ilgili bilmek istediğiniz herşey...Zeynep Özbatur Atakan'ın gözlemleri, deneyimleri, paylaştıkları...

26 Nisan 2013 Cuma

YÖNETMEN KEN LOACH'TAN FİLM YAPIMI ÜZERİNE 10 DERS



Merhaba Sevgili Dostlar,
Bugün sizler için bir paylaşım yapıyorum...  
Bu yazıda YAPIMLAB'da yaptığımız eğitimlerde anlattığımız pek çok prensip ve görüş var...
Fimmaker dergisinden alınan bu yazı Murat Güneş'in çevirisi ile sizlere sunmak istedik. Keyifli okumalar...

YÖNETMEN KEN LOACH'TAN FİLM YAPIMI ÜZERİNE 10 DERS

Pek az yönetmen toplumsal konuları Ken Loach kadar etkili bir şekilde canlandırabilir. Gerek aileyi konu alan büyük tarihsel dramlarda (The Wind That Shakes The Barley, Land and Freedom), gerekse işçi sınıfının çilesini dillendiren karakter odaklı filmlerdeki yönetimiyle (Kes, Riff-Raff, Sweet Sixteen, Bread and Roses) Loach yer ve zamandan bağımsız, ilişkilenmenin son derece kolay olduğu evrensel hikayeler yaratır.

Loach'un son yapıtı olan The Spirit of '45 adlı belgesel bu yılki Berlinale'de galasını yaptı. Loach'un köklü geleneğini bugün halen yarım yüzyıl önce olduğu kadar güncel olan bir öyküyle sürdüren film, Britanya'da İkinci Dünya Savaşı sonrasında hakim olan geleceğe dair umut hissini ele alıyor. Savaş sonrasında, savaşı birlikte kazanmış bir halk, ülkesini yine el birliğiyle yeniden inşa edebileceğine inanıyordu.

Loach 1945'te İşçi Partisi'nin kazandığı zaferin tarihini dönemin eylemcileri, işçileri, sendikacıları ve iktisatçılarının sesiyle anlatıyor. Ulusal Sağlık Kurumu'nun (NHS) kuruluşuna, hizmet kurumlarının ve ulaşım endüstrisinin kamu mülkiyetine geçişine; ardından da Thatcherizm'in etkilerinin ardından topluma neler olduğuna, bireycilik mitinin bu toplumsal kazanımları nasıl alıp götürdüğüne şahit oluyoruz.

Loach'un başarısı belli bir tarih dilimini ele alıp, söz konusu dönemde öğrenilenlerin dünyanın dört bir yanında ülkelerin halen sayıca az olanlarla çoğunlukların rolleri arasındaki dengeyi kurabilmek için uğraştıkları bugünün dünyasında halen ne kadar önemli olduğunu gösterebilmesinde yatıyor.

Bir sinemacı olarak Loach'un çalışma biçmi filmlerindeki karakterlerin çalışma hayatlarından çok da farklı değil. Geleneksel Hollywood modelinden farklı olarak Loach'u motive eden tek başıma zirveye giden basamakları tırmanmaktan ziyade, işini iyi yapan bir ekibin ortak memnuniyetine dayalı kollektif bir ruh, ve sette bunun getirdiği uyum.

Çoğu projesinde prodüktör Rebecca O'Brien ve senaryo yazarı Paul Laverty'nin de dahil olduğu ekibini bozmayan Loach, ekibine olan sadakatiyle tanınıyor. Filmmaker dergisi Loach'la Berlin'de filminin galasından hemen sonra 45 yıllık sinema hayatında başka neler öğrendiğini keşfetmek üzere konuştu.

Tutumlu bir ekip bulun :

Ben kimseyi kazıklamayan prodüktörlerle çalıştığım için şanslıyım. Biz fazla para da harcamıyoruz; dolayısıyla saçma israflara yer yok. Bu yöntem büyük ölçüde prodüktörler işleri son derece rahat bir düzene oturttukları için işliyor.

Bana kalırsa, kulağa garip de gelse çok büyük paralar harcamıyor oluşumuz işimize yarıyor. Sinema bizim seviyemizde bile iyi para kazandıran bir sektör; ama  meblağlar çok büyüdüğünde yolsuzluğa son derece yatkın. Dolayısıyla siz siz olun, akla yakın olanı yapın.  

Etrafınızdaki insanların değerini bilin :

Bence herkesin herkese saygısı vardır. İnsanlara işlerini yapmaları için yeterli zaman vermeye çalışırsınız; bazen zaman kısıtlıdır, ama malum, hepimiz aynı rahatsızlıkları paylaşıyoruz.

Bana kalırsa insanların işe yaptıkları katkının kıymetini bilmek kilit noktadır. Böylece hem siz, hem de karşınızdakiler kendinize değer verildiğini hissedersiniz. Ben harikulade insanlardan oluşan bir ekiple çalışıyorum; ekipten bir kişiyi çıkarsanız işimizi yapamaz hale geliriz. Zaten bunu ekiptekilere söylemeniz bile gerekmez; yaptığınız işe zaten içkindir bu, değil mi?

En iyi ekiplerin temelinde sadakat vardır:

Ben çok iyi bir ekip kurabilecek kadar şanslıydım; ekibi oluşturanlar son derece sadık olunca siz de onların sadakatine karşılık vermeye çalışırsınız. Ve sonra ekibinizle ortak bir tavır geliştirirsiniz ve böylece en temel şeylerin üzerinden tekrar tekrar geçmeniz gerekmez; çünkü birbirinizi anlarsınız. Bu bir sağduyu meselesidir.

Sinema sektöründe emek son derece dağınıktır. Ben fazla değişmeyen bir ekiple çalışabildiğim için şanslıyım. Eğer bu şekilde büyük ölçüde tutarlı çalışabilirseniz bu size bir takım oluşturmak için gereken güveni de verir.

Daha başlamadan budayın. Sonra biraz daha budayın :

Muhtemelen hiç bir işinize yaramayacak bir sürü sahne çekiyorsunuzdur; bana kalırsa bu yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. Ve ben de bunu yaptım; kimi zaman da daha başlangıçtan itibaren yaptım.

Biz daha başlamadan bütçemizi budarız. Senaryoyu daha az masraf yaratacak şekilde budarız. Her filmde olmasa da olacak bir ya da iki sahne vardır; bunu her seferinde baştan bilemezsiniz, ama bunu bilmek de sinema sanatının bir parçasıdır. İşinizin önemli bir kısmı çekime başlamadan senaryonuzu size boşa vakit harcatmayacak şekilde budamaktır.

En küçük öykünün dahi epik tarafını bulun :

Bu işin yazma kısmıyla ilgili. Paul (Laverty) ile uzun süredir çalıştığımdan onu iyi tanıyorum: Paul'ün güçlü yanı size büyük resmi anlatacak olan mikrokozmosu bulabilmesidir. Gördüğünüz çok küçük bir şeydir, ama onun üzerinden büyük resmi öğrenirsiniz. Her zaman aramanız gereken bu olmalıdır: küçük bir öykü, bir ilişki veya bir durumu hakikatine uygun bir şekilde anlatabilirseniz, onun içinde olduğu çok daha büyük resimle ilgili çok önemli bir şeye onu aslında hiç dile getirmeden değinebilirsiniz. Esas aranacak öyküler bu tür bir çıkarsamayı mümkün kılan öykülerdir.

Aktarması ne kadar zor olursa olsun, öykü kendiliğindenlik hissi taşımalıdır:

Kurgusal sinemada, ve bizim filmlerimizde de, senaryo son derece net ve nihaidir. Perdede gördüklerinizin yüzde 98'i senaryoda vardır. Üzerine yüzde bir veya ikilik bir kısım eklenir, ama o da doğaçlama hissi verecek şekilde yapılmalıdır. Bu bir Chopin icrasına benzer: her ne kadar beste çok önceden yazılmışsa da sanki piyanist piyanoya oturmuş ve o müthiş besteyi o an kafasından çıktığı gibi çalmış gibi hissetmeniz gerekir. Sinemada da böyledir: iyi sinema sanki o anda kendiliğinden gözünüzün önünde olup bitiyormuşçasına bir görünüme ve niteliğe sahip olmalıdır. Becermeniz gereken numara budur.

Senaryonuzu düzenlerken düşmanlarınızı düşünün :

Filminizin ne anlattığı, alt metninin ne olduğu, ne tür örtük anlamlarının olabileceği gibi şeyleri sürekli dikkatle düşünürsünüz: anlattığınız hakiki midir; dayanakları sağlam mıdır; yanlış anlaşılmaya açık mıdır?

Bir sorun varsa senaryonuzdadır. Eğer senaryonuzda bir sorun varsa dönüp dolaşıp mutlaka filmde ortaya çıkar. Bir iki kez senaryomu tam anlamıyla iyi hale getiremediğim oldu; ve öğrendim ki hatalar işin son aşamasına kadar peşinizden gelir. Başlangıç aşamasının zorluklarından biri de budur.

Doğru alt metni yakalamanın sırrı senaryo üzerinde çok çalışmak, ve düşmanlarınızın soracağını bildiğiniz soruları sormaktır.

Yazar-yönetmen ilişkisi kutsaldır :

Paul yazmaya başlamadan önce ikimiz öykü üzerine uzun süre konuşuruz; ardından Paul ilk versiyonu yazar. Senaryonun iskeletini oluştururken her aşamada konuşuruz, ama yazma işini Paul yapar. Ve uzun süren casting aşamasında onun farklı zamanlarda sık sık uğramasını, ve en son aşamada Rebecca ile birlikte olmasını isterim; çekimlere de mümkün olduğunca sık gelmelidir. Pek çok zaman benim ıskaladığım bir şeyi Paul görür. Yazar-yönetmen ilişkisi kafa denkliğine dayalı bir ilişkidir. İki taraf ta birbirine baskı yapmamalı, birbirinin varlığından keyif almalıdır. Paul yapacak hiç bir şey bulamazsa kahveleri getirir.

Unutmayın ki yazmak ve yönetmek aynı şey değildir:


Eğer yönetmenseniz şunu hatırlayın: siz yazar değilsiniz. Sanırım yeni yetişen pek çok yönetmen aynı zamanda yazar olmaları gerektiğini düşünüyorlar; ve bana kalırsa bu onların önünde çok büyük bir engel. Yönetmenseniz yazar değilsinizdir; ve yazarsanız da muhtemelen yönetmen değilsinizdir. Aradaki farkı aklınızdan çıkarmayın.

İyi yazar-yönetmenlerin sayısı pek de fazla değildir. Çoğu zaman senaryoları fazla ince kalır; yeterince karmaşık ve yoğun olmaz. Yönetmenlik yapan yazarlarınki de çoğu zaman fazla yoğundur; metnin nefes almasına izin vermezler.

Yazar ve yönetmen vizyonlarının her ikisine de muhtaçsınız, ve ikisi aynı şey değildir; birbirlerini tamamlayan iki ayrı şeydirler. Gerek senaryoyu, gerekse filmin yönetimini denetleyen ikinci bir çift göz daha olması her zaman iyi bir şeydir.

Sakin olun.

Sonuçta yaptığınız şey bir filmden ibaret, değil mi? Uzun günlerin sabahında 6'da kalkmak, kendinize inancınızı kaybetmemek işin en zor kısmıdır. 

Nihayetinde, işi beceremeseniz bile, ertesi gün geriye bakıp beceremediğiniz işten dersinizi çıkarabilirsiniz. 

Hepi topu bir film yapıyorsunuz. Kendinizi fazla ciddiye almayın.


KAYNAK : orjinalini okumak isteyenlere
filmmakermagazine.com/67454-10-lessons-on-filmmaking-from-director-ken-loach
filmmakermagazine.com/67454-10-lessons-on-filmmaking-from-director-ken-loach 

ÇEVİRİ : 
Murat Güneş

1 yorum: